Hepimiz hayatımızın bir döneminde sınırlarımızı zorlandığımızı hissederiz. İster iş hayatında olsun, ister kişisel ilişkilerimizde, bazen kendimizi aşırı yüklenmiş, tükenmiş ve değersiz hissedebiliriz. Peki, bu durumun üstesinden nasıl gelebiliriz? Cevap basit gibi görünse de uygulamada zorlanabileceğimiz bir kavramda yatıyor: Sınır koymak

Sınır koymak, sadece hayır demekten ibaret değildir. Bu, kendi ihtiyaçlarımızı, değerlerimizi ve önceliklerimizi başkalarınınkine eşit tutmak demektir. Kendimize zaman ayırmak, hayır diyebilmek, hayallerimizin peşinden gitmek ve sağlıklı ilişkiler kurmak için sınırlarımıza saygı göstermek zorundayız.


Özellikle Türk kültüründe fedakarlık, dayanışma ve "birlikte olma" kavramları fazlasıyla öne çıkar. Aileden başlamak üzere birçok sosyal yapıda kişisel alanların ihmal edilmesi normalleştirilmiştir. Hal böyle olunca, kendi alanını savunmak bencillik gibi algılanabilir.


Ama aslında sınır koymak, bencillik değil. Sınırlar, ilişkilerin sağlıklı bir zeminde yürüyebilmesi için elzemdir. Bu, iş ortamında, arkadaşlıkta, aile içinde ve romantik ilişkilerde geçerlidir. Kendini yıpratan fedakarlıklar bir süre sonra tükenmişliğe, anlaşmazlıklara ve hayal kırıklıklarına yol açabilir. O yüzden sınır koymak, hem kişinin kendi ruh sağlığı hem de ilişkilerin sürdürülebilirliği açısından büyük bir öneme sahiptir.


Sınır koymak, kendine duyulan saygının en güçlü ifadesidir. Birçoğumuz, başkalarını mutlu etmek için kendi mutluluğumuzdan ödün vermeye fazlasıyla alışkınız. Ama sınır koymak, yalnızca kendimize değil, başkalarına da daha iyi bir versiyonumuzu sunmanın yoludur. 
Sınır koymak, kendimizle barış içinde olmak ve hayatımızın kontrolünü ele almak için atmamız gereken en önemli adımlardan biridir. Kendimize değer vererek ve sınırlarımızı koruyarak, daha mutlu, daha sağlıklı ve daha başarılı bir hayat sürebiliriz