Hatay sorunu, Berlin-Roma mihveri, Habeşistan sorunu, Danzig koridoru, Küçük İtilaf, Balkan Anlaşması, Sadabat Paktı, Dil ve Tarih Kurumu çalışmaları, Yaklaşan Cumhuriyet Bayramı...
Ne mi bunlar? Doludizgin gelen bir ölümün eşiğindeki büyük devlet adamının masasındaki konular. Fransızların kaypak politikaları sonucu, Hatay'ın anavatan topraklarına katılması bir türlü gerçekleşememiş, kapıda bir dünya savaşı tehlikesi Berlin-Roma faşizminin azgınlığıyla tam yol gelmekte, Türkiye'nin bu savaştan uzak tutulması çabaları, İtalya'nın Habeşistan'ı kolonileştirme çabaları, Almanya'nın Danzig Koridoru bahanesiyle Polonya'ya saldırma olasılığı, Bazı Orta Avrupa ülkelerinin Alman saldırısına karşı oluşturdukları Küçük İttifak, İtalya tehditleri karşısında kurulan Sadabat Paktı'ndaki gelişmeler, Türk Dil ve tarih Kurumu'nun çalışmalar...
***
Büyük Ata'nın ölümüne aylar kalmış, O tüm sağlık sorunlarını bir kenara itmiş, zaman zaman Dolmabahçe Sarayı'nda zaman zaman Savarona Yatı'nda devlet adamlarını topluyor, görüş alışverişinde bulunuyor. Manevi kızı Afet İnan her gün gazeteleri okuyor, özetleri Ata'ya aktarıyor. Yazar Ruşen Eşref'le iç ve dış siyaset sorunlarından, Meclis'ten, ordudan, spordan, Dil ve Tarih Kurumu çalışmalarından, kültür işlerinden, dünya siyasetinden konuşuyor. Bir gün Ruşen Eşref'e: “Sen bu yıl savaş çıkmaz diyormuşsun. Başbakan bana anlattı. Doğru görmüşsün, bu yıl çıkmaz. Zaten mevsimi de geçti. Ancak gelecek yıldan korkunuz. Dikkatli olmalı, gelecek yıl kuşkuludur, çok kuşkuludur” der.
Atatürk, Avrupa'daki gergin havayı körükleyip duran Hitler faşizmini ve gelişmeleri dikkatle izlerken, müthiş bir öngörüyle Dünyayı bir kez daha ateşe verecek savaşın, kış mevsimi dolayısıyla 1938'de başlamayacağını, büyük bir olasılıkla 1939'da başlayacağını düşünmekteydi. Ancak Ulu Önder'in kafasındaki en önemli konu bir türlü çözümlenemeyen Hatay sorunu idi. Fransa'nın iki yüzlü davranışları, bu davranışlardan cesaret alan Suriye'nin hadsiz eylemleri, Cenevre görüşmelerini sonuçsuz kılmaktaydı.
***
Ata'nın kararı kesindi; Hatay mutlaka anavatan topraklarına katılacaktı. Bütün taraflara bir gövde gösterisi düzenlenmesi gerekiyordu. Hastalığını en ağır aşamasında 19 Mayıs törenlerine Mersin'de katıldı. Kırk dakika ayakta askeri geçit törenini izledi. Ardından Adana'ya geçti. Burada da tam bir buçuk saat askeri geçit törenini ayakta selamladı. Kararlılık mesajı gereken yerlere verilmişti. “İşte yedi düvele diz çöktüren ordu. İşte onun yenilmez komutanı!” demekteydi. Öyle “Bir gece ansızın gelebilirim” masalını anlatacak bir lider hiç olmadı. Ölüm döşeğinde bile sorunu takipten vazgeçmedi. Başbakan Celal Bayar'a o günlerde zor duyulabilen bir sesle ''Hatay'dan ne haber var?'' diyordu.
Ölümün soğuk rüzgarlarını hissettiği anlarda dahi çevresine bunu sezdirmemek uğruna büyük çaba harcamaktaydı. Savarona yatında konukların önüne şık giysilerle çıkıyor, yakasına çiçek takıyor, küçük Ülkü'yü kucağına alarak şakalaşıyor, zaman zaman gramofonda çalan şarkılara katılıyor, sağlıklı bir kişi izlenimi yaratmaya çalışıyordu.
Yalnızca 20’inci yüzyılın değil, yüzyılların erişilmez eşsiz lideriydi. Atamızı vedasının 86'ncı yıldönümünde büyük bir özlemle, minnetle anıyor, aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz.