Mayıs ayı da koronalı hüzünlere takıldı. Sıkıntılar, acılar, yitikler… Umut yoksulluğuna düştük sanki!
Bahar doğada kendini kuşların özgürlüğü, yeşillerin diriliği, çiçeklerin coşkusu, göğün maviliği ile yaşarken, biz ev sürgünlüğünde, evde kal şarkılarıyla yaşama alanları açıyoruz kendimize.
Sabah uyanınca, ilk işim kendime bir ses; oh çok şükür bugün de sağ kalktım oluyor. Gün içinde birçok dostumla görüşüyorum; sağlığımızı soruyoruz, hatırlaşıyoruz, sağlama yapıyoruz karşılıklı olarak.
Dileklerimiz ortak; dostlarımızın değerini bilerek özgür günlerimize dönmek, buluşmak, kucaklaşmak…
Korona için yazılar, şiirler, şarkılar, öyküler de oluşuyor. Sosyal medyada zaman zaman bu paylaşımlara rastlıyoruz. Gelecek günlerde koronalı öykülerin, şiirlerin, romanların da kitapları çıktığında şaşırmayacağız.
Mayıs hem doğadaki uyanışın, canlılığın, diriliğin, coşkunun; hem de yitirdiğimiz canların, toplumsal olayların yaşandığı ay…
Yakın tarihten 1968 yılının Mayıs başlarında Paris’te başlayan gençlik olayları aklımıza gelir.
Hüznün 6 Mayıs gününe odaklanırız; Deniz, Yusuf, Hüseyin’e, darağacındaki üç fidana!
Sevdiğimiz nice şair, yazar, sanatçının da ölüm yıldönümleri Mayıs’la duyumsatır kendini.
5 Mayıs 1973’te 25 yaşında aramızdan ayrılan şair arkadaşım Arkadaş Z.Özger’i bulurum karşımda. Mayıs hüznüyle, anılarla…
***
Karamanoğulları Beyliği'nin başında bulunan Mehmet Bey’in 13 Mayıs 1277’de yayımladığı buyruk unutulmazımız.
Mehmet Bey’in “Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve meydanda Türk dilinden başka dil kullanmaya”sözleriyle Türkçe yeniden yaşam buldu, değerine döndü, saygınlık kazandı.
Bugün yazılı ve görsel basında, günlük konuşmalarda, bilgi sunar yazışmalarında, iletilerde ne yazık ki çoğu batı ve doğu kaynaklı sözcüklerin baskınıyla karşılaştıkça, hüzünlenmemek olası değil! Gençlerin de bu yozlaşmaya karşı duyarsız davranmalarını içime sindiremiyorum.
***
Yaşı 66’ya varanların doğduğu gün olan 11 Mayıs 1954 tarihi, Türk öykücülüğünün simge adlarından Sait Faik’in de ölüm yıldönümüydü.
Ölümünün üzerinden bunca yıl geçmesine karşın yeri hep önde, ileride, özgün, seçkin Sait Faik’in.
“Haritada Bir Nokta” öyküsündeki bu tümceleri onun 66. ölümyılında yinelesek ne olur sanki? “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”
Demek ki yazarın düşlediklerini gerçeğe dönüştürmek için yazı bir gerekliliktir, zorunluluktur, yaşama bağlanmadır. Yazarın toplumsalniteliğinin temel geliştiricileri olduğunun da göstergesidir.
***
Yazımı noktalarken acı haber Yaşar Ürük’ten geldi: Abdullah Bizden’i yitirdik!
İnşaat Mühendisi, simge öbeğinden, tutkulu bir kitap ve şiir dostu, edebiyat ve düşünce ürünlerini lise yıllarından başlayarak çeşitli dergilerde yayımlamış bir yazın emekçisi.
İzmir Araştırmaları Derneği’nin de çalışkan üyelerindendi. “Penceremden” ve “İnşaat Mühendislerinden Şiirler” adlı iki kitabı olduğunu biliyorum.
Işıklar içinde olsun.