Kuşkusuz. Nedenine gelince, ülkemizdeki son seçimlerde bu spektrum içinde tanumlanan partilerin aldığı oy neredeyse yüzde 25 ya da tam olarak yazarsak yüzde 23.16. Aynı seçimde AKP yüzde 35.61 ve CHP de yüzde 25.33 oy almıştı.
Esasınsa bu çok doğal bir gelişim... Özellikle imparatorlukların tarumar olduğu 19. yüzyılda ortaya çıkan ve bir yüzyılda tüm dünyaya hakim olan bu ideoloji, değişik teorik içeriklerle farklı formasyonlarda tanımlansa da, özünde ulusal bir kimlik ve ekonomiyi temel alır. Böylelikle, önceden hükümdar ve hanedan zeminindeki siyasi aidiyet duygusu, milliyetçilikte, "halk"a mal edilir. Siyasi irade, "halk"ın ortak iradesindedir. Bu nedenle de 19. yüzyılda ortaya çıktığında, milliyetçilik, radikal, yerleşik düzene karşı, anti-monarşist ve hatta devrimci bir karakterde varolmuştur. Bir toplumun dönüşümü ve refahının geliştirilmesi için de bu dinamikler vazgeçilmezdir.
Süreç içinde amiyane tarifle 'kafatasçı' bir düzlemden mature olarak daha eklektik ve popüler ve çoğunlukla da iktidarda olsun ya da olmasın, ortada var olan politikalara tepkisellikle hatırı sayılır bir oy kitlesine kavuşan milliyetçilik, modern dönemlerin küreselleşme uygulamalarına da kat'i muhalefeti ile dikkati çekti. Elbette küreselleşme için alternatif söylemi hepimizin düşüncelerini okşayan milli kalkınma modelleri ve korumacılık şeklinde cereyan etti.
***
Liberal ekonomi ve serbest piyasa bağlamında demokrasi bir bütün olarak ele alındığında, bu sistemlerin uygulandığı kıt'a Avrupası gibi lokalizasyonlarda hatırı sayılır bir toplumsal refahı ortaya çıkardığı inkar edilemez bir realite olsa da, bu sürecin neden olduğu gelir dağılımı eşitsizliği ve sosyolojik kimlik dejenerasyonları, bugün Fransa'daki üçüncü jenerasyon göçmenlerden köken alan toplumsal olaylarda da gördüğümüz gibi tüm sorunlara çare olamadı. Bu noktada, genel olarak 'sol antendanslı' partilerin bir alternatif olarak ortada olamamaları 'milliyetçilik' soslu oluşumların tüm tepkileri partilerinde topladıkları güç kazanma dönemini getirdi. Bir anlamda, küreselleşmeye dair her şeye toptancı 'ret' tavır, bu partilerin genel politikaları haline geldi. Artık milliyetçilikte de 'yeni' bir vurgulama yapılacaksa bu yenilik 'anti-küresel' duruş ile özdeşleşti. Çünkü uygulama hali ile var olan 'küreselleşme', tüm toplum bireylerini kapsayan ortak ülkü ve kültür formasyonunu sağlayamamıştı ve bundan olumsuz etkilenen ya da diğerleri kadar pay alamayan bir kesim vardı.
Bu gelişmeler her ne kadar bir durum tespiti olsa da bir çok teorisyen artık ülkelerin doğal vasatı olan çok kültürlülük,kosmopolitik yapı ve azınlıklar perspektifinde , 'milliyetçilik' söylemlerinin nasıl evrileceği konusunda düşünmekten kendini alamıyor. Örneğin, Fransa'da Marine le Pen'in lideri olduğu aşırı sağcı Ulusal Cephe, son seçimlerde yüzde 20,2 oy almıştı, şimdi Le Pen'in Cumhurbaşkanı olduğu bir Fransa'da son olayların akışının ne olacağını kim düşünmek ister ki!?
Bu yüzden, siyaset bilimciler, Batı Demokrasilerinde ve tabii ki Ülkemizde de yükselen 'milliyetçilik' içine, daha liberal ve daha geniş bir vision enjekte edilerek var olan dinamikler ile radikal bir çatışma yerine palyatif geçişli çözümlerin hinterlantı hayalini kuruyorlar! O zaman da etnik ve dini orijinalitesini kaybeden evrensel özgürlükçü değerlere sahip bir anlayış, milliyetçi hassasiyetleri nasıl koruyacak sorunsalını karşımızda buluruz! Gerçi Anthony D. Smith, Ernest Gellner, Benedich Anderson ve Eric Hobsbawm gibi müellifler, bu tür düşünce varyasyonlarını yani 'hayali cemaatlardan' Millet Mitinin matbuat yoluyla yaratılması evrelerini ayrıntılı olarak işlemişlerdir ve geldikleri nokta yine de milliyetçiliğin çağın ruhunu yansıtan sembolik düşünceler bütünü olduğunda hem fikirlilik olmuştur.
***
Zaten milliyetçilik de giderek özgürleşmeci bir perspektif yerine daha otoriter bir dalgaya tutunmuş durumda. Yani kapsayıcılıktan arınmış, dışlayıcı ve hiyerarjik bir yolda ilerliyor. Putin,Trump, Modi, Şi Cinping ve Orban gibi şimdiki ve eski liderlerden bazılarına bakmak yeterli.
Yine de kaçınılmaz olarak milliyetçilik bir evrime ihtiyaç duyuyor. Nasıl, küresel iklim değişiklikleri, habitat daralması ya da pandemi gibi küresel sorunlardan fiziki olarak bir ülkenin korunması ve izole olması mümkün değilse, ulus devletlerin geleceği ve ulusal menfaatleri de ülkenin kendi sınırları içinde garanti edilemiyor.
Kurtuluş, humanistik yaklaşımın evrensel değerlerle vücut bulduğu bir milliyetçilik anlayışının inşa edilmesinde gibi görünüyor. Bunu da, çağın milliyetçi politikacıları ve akademisyenleri düşünsün artık!