Geçtiğimiz Çarşamba gecesi Adnan Saygun Sanat Merkezi'nde olağanüstü bir sanat fırtınasına tanık olduk.

Kemal ile Latife’ adlı eserde, Türk müziği esintileri klasik Batı müziğiyle, Türk halk dansları bale ile harmanlandı. Burcu Sürmeli Borovalı'nın muhteşem koreografisi, İzmir Devlet Opera ve Balesi sanatçılarının mükemmel dansları, Tolga Taviş yönetimindeki orkestranın harika müziği, Cemal Necip Gürel'in kaleme aldığı öz ve gerçekçi metni okuyan Hakan Gerçek’in ruhlarımıza işleyen etkileyici sesi, siyah önlük beyaz yakalı çocuk korosunun ve başkemancı Deniz Toygür’ün inanılmaz performansları bizleri aldı, kusursuz bir fırtına eşliğinde 1923-1925 yıllarına götürdü. Ne çok özlemişiz Mustafa Kemal’imizi…

Hayatın birçok alanında olduğu gibi, müzikte de devrim yapılması gerektiğini savunan Atatürk’ün başarısının temelinde muhteşem sentez yeteneğinin yattığını birçok yazımda vurgulamıştım. Geleneksel Türk müziğinin çok sesli Batı müziği teknikleriyle sentezlenmesi gerektiğini söyleyen Atatürk, hem milli, hem de evrensel ve çağdaş bir Türk müziğini hedef olarak göstermişti. ‘Kemal ile Latife’ bu hedefi tam 12’den ve iki kez üst üste vurmuştu; sadece müzikte değil, dansta da… Ayağa kalkmış seyircilerin coşkulu alkışları, Atatürk’ün gösterdiği hedefin doğruluğunu kanıtlıyordu.

6 yıl önce Karşıyaka’da, Sevgili Hakan Gerçek’in muhteşem bir performans gösterdiği Van Gogh oyununun (o sırada Karşıyaka Belediye Başkanı olan Dr. Cemil Tugay ve eşi ile yan yana izlemiştik) ardından, Fatma-Ceyhan Olten ve Şeyda-Akgün Çavuş çifti ile birlikte kuliste Hakan Bey’i ziyaret etmiş, bu tiyatro oyununun, resim ve müzikle sentezlenebileceğini konuşmuştuk. Sevgili Akgün’ün ‘Dans da eklenebilir” dediğini hatırlıyorum. Daha sonra araya Kovid girince proje gerçekleşemedi. Ancak ‘Kemal ile Latife’ o gece konuştuklarımızın çok ötesine geçti. Bunda Akgün Çavuş’un önemli katkılarının olduğunu ve en büyük payın Sevgili Burcu Sürmeli Borovalı’da olduğunu düşünüyorum. Kendisinden harika bir koreografi bekliyordum, ama yıllar sonra bir başrolle sahneye dönüp, eski günlerine taş çıkartırcasına Latife’yi mükemmel canlandıracağını tahmin etmemiştim.

Kulise giderek sanatçıları daha fazla yormak istemedik, ama sonradan pişman oldum. Çıkışta Olten çiftine “Yine bir ‘sentez’ bekliyordum, ama bu ‘sentez kare (sentez2)’ olmuş, çıtayı çok yükselttiniz, işiniz zor” diye takıldım.

Mustafa Kemal Atatürk diyor ki: “Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir.” Her geçen gün daha fazla kişi, onun düşüncelerini daha iyi anlıyor ve onun gibi hissediyor. Meydanlarda ve statlarda avazları çıktığı kadar haykırıyorlar: “Mustafa Kemal’in askerleriyiz”

Atatürk’ü görmek, mutlaka yüzünü görmek değilse, ‘Mustafa Kemal’in Askeri’ olmak da kılıç veya silah tutmayı gerektirmiyor. ‘Mustafa Kemal’in askeri’ olan bir yazarın kalemi, bir hekimin steteskopu, bir balerinin vücudu, bir müzisyenin kemanı, bir ressamın fırçasıdır, ‘silahı’. Ve bu silahlarını Atatürk’ün yürüdüğü çağdaş uygarlık yolunda, gösterdiği hedefler doğrultusunda,  aklın, bilimin ve sanatın rehberliğinde kullanırlar. Atatürk’ün ışığıyla aydınlanırken, başkalarını da aydınlatırlar.

‘Kemal ile Latife’ Atatürk’ün sanatçılarının ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ diye haykırdığı sessiz bir çığlıktı, kısacası… Bu mükemmel kadrodan, devamını bekliyoruz.

‘Kemal ile Fikriye’ olabilir mi?