1784'te Hollanda''da iki şehirde halk ayaklandı, önce Utrecht sonra da Amsterdam'ı ele geçirdi! Bu gelişmelerin Fransa'daki 1789 İhtilali öncesi Hollanda'da olmasına şaşırmamalı çünkü 18. yüzyılda Avrupa'da esen özgürlük ve demokrasi ruhu, Amerikan Bağımsızlık Savaşı'nın da etkisi ile önce Hollanda'yı sarstı!.. O zamanlar Hollanda halkı yurtseverler ve Oranjistler şeklinde iki gruba ayrılmıştı: Demokrasi ya da Oranje Prensi V. Wilhelm odağında krallığı savunanlar şeklinde...
Başta Fransa olmak üzere dönemin Avrupa ülkelerini derinden etkileyen devrimler, 1775-1783 yıllarını kapsayan Amerikan Bağımsızlık Savaşı'nın artçı etkileridir. Esasında bir bağımsızlık ülküsü olarak başlamaz bu savaş. İngiltere, 1756 ila 1763 yılları arasında Avrupa'da tartışılmaz bir hegemonya kurmak için, bir anlamda dünyanın ilk küresel savaşlarından birisini başlatır ve yedi yıl savaşları diye anılan Fransa, Avusturya ve Prusya'nın da karıştığı bir dizi muharebede ciddi bir ekonomik kayba uğrar. Bunların telafisi için de Amerika'da bulunan kolonilere ağır vergiler koyar.
1765 yılında çıkarılan "Damga Pulu Kanunu" ardından da 1767 yılındaki "Townshend Kanunu" ile çay dahil bir çok ürüne vergiler dayatılır. Vergilere karşı Boston Limanı'nda başlayan halkın isyanı iç savaşa dönüşür.Kısa sürede de, yedi yıl savaşlarının acısını unutmayan, hem ekonomik , hem de politik bakımdan zaafiyete uğrayan Fransa, İspanya ve Hollanda'nın, İngiltere'ye karşı Amerikan isyancılarının yanında savaşa girmesi neticesi bu başkaldırı,Uluslar arası bir savaş haline gelir.
3 Eylül 1783 tarihinde John Adams,Benjamin Franklin, John Jay ve Kral III. Hanry tarafından imzalanan Paris Antlaşması ile savaş sona erdiğinde, artık İngiltere'nin Amerika'daki on üç kolonisi özgür ve bağımsızdır ve İngiltere'nin bu topraklar üzerinde hiç bir hakkı kalmamıştır.
Her ne kadar asıl kaybeden İngiltere gibi görünse de Amerikan Bağımsızlık Savaşı, Fransız ekonomisini ve dolayısı ile sosyolojisini derinden etkiledi ve birkaç yıl içinde ünlü 1789 Fransız İhtilali'ne giden süreci başlattı.
Dünya, ideolojilerden kanlı baskınlara doğru bu kadar soluksuz hızla giden radikal bir dönüşüme yol açan olaylarla daha önce hiç karşılaşmamıştı. Kral XVI. Louis'in 5 Mayıs 1789 tarihinde Meclisi toplaması ile kralın otoritesini temsil eden kamu binaları ve Bastil Hapishanesine saldırının gerçekleşmesi arasında birkaç aylık bir süre söz konusu idi. Avrupa'nın en büyük ülkesi olan ve çağının en önemli kültür merkezi kabul edilen Fransa'da mutlak monarji yıkıldı, kilisenin imtiyazları kaldırıldı, cumhuriyet kuruldu. Artık dünyanın gündemine, "Liberté, égalité, fraternité" yani "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik '' dışında modern anlamda 'sol', 'sağ' , 'insan hakları' ve' milliyetçilik' gibi kavramlar da arzı endam etti.
Bu, Roma İmparatorluğu'nun çöküşü bir tarafa bırakılırsa, Avrupa ve dünya siyasetini etkiyen en önemli olay olarak kabul edilebilir. Hatta, bu konuda ironik bir anekdot anlatılır: Çin Komünist Partisinin kurucu önderlerinden ve 1949 ile 1976 yılları arasında Başbakanlık yapan Çu Enlai'ye, 150 yıl önce gerçekleşen Fransız Devriminin etkileri sorulduğunda.'' söylemek için henüz erken '' yanıtını vermiş!
Fransız toplumu, ihtilal öncesi, Descartes, Montesquiueu,Voltaire, J.J.Rousseau ve Diderot gibi filozofların eserleri ile bilinçlenip aydınlanma dönüşümü yaşarken, soylular ve feodal beyler ayrıcalıklarını korumayı, burjuvalar da henüz ilk evrelerindeki sanayi devriminden elde ettikleri ekonomik güçlere parelel yeni sosyal haklar peşindedir.Kırsaldaki köylüler ise üzerlerindeki adaletsiz vergiler yüzünden bitapdır.Radikal değişimlerin emaresi her yerde açıkça hissedilirken, başta Kral olmak üzere merkezi otorite, reformlar yapmak yerine eski yöntemlerle problemi çözmek basiretsizliğinin bedelini giyotine teslim olarak ödeyeceklerdir.
Egemenlik hakkının Tanrı'dan alındığı inancının temsili olan Fransa Krallığı yıkılıp, ulus temelli İngiltere ve Amerika örneklerindeki antik Yunan demokrasisinin halk egemenliği vücut bulurken, Avusturya, Prusya ve Rusya'daki hanedanlıklar için de tehlike çanları çalmaya başlamıştı.
Monarşiye karşı fikirlerin kendi ülkelerine yayılması önlemek için hızla Fransa'ya karşı savaş ilan eden bu ülkeler, Fransa Devrim Ordusu ile 15 yılı bulacak bir çatışmanın sonrasında, kaosun yarattığı Napolyon gibi askeri dehanın tarihe çıkması ile oluşan Fransa İmparatorluğu'nun varlığını kabul etmek zorunda kalacaklardır. 1812 yılında, Napolyon, Portekiz dışında neredeyse bilinen tüm Avrupa'nın tek hakimi idi. Ya fethetti ya da kendisine bağladı. Napoleon Bonaparte, bir askeri deha olmak dışında, 1804 yılında yürürlüğe soktuğu Kanunlar ile, medeni hukukun temelini atmış bir reformisttir. Öyle ki bu kanunlar içerik olarak adil yargılanma, medeni haklar, mülkiyet hakları eşitlik temelinde Fransız hukuk sisteminin bütünü oluşturarak bir çok ulus için ilham kaynağı olmuş, kendi hukuk sistemlerine entegre etmişlerdir.
Ama ihtirasların da sonu oluyor elbette! Kendisini imparator ilan etmesi, kardeşlerini İspanya'dan Hollanda'ya kadar değişik ülkelere kral olarak göndermesi ve Alman prenslikleri üzerinde sürekli manüplasyonları karşısında başta Rusya, Prusya ve İngiltere olmak üzere tüm ülkeleri birleştirdi ve önce Leipzig Muharebesin'de sonrasında da ünlü Waterloo savaşında kesin bir yenilgiye uğradı, hapsedildiğ St. Helen adasında da öldü.
Esasında Napolyon'a ilk yenilgiyi tattıran O'nun ünlü Mısır seferinde Akka'da karşısına çıkan Cezzar Ahmet Paşa idi. Bu yenilgi sonrası, bir iki gemi ile Fransa'ya dönerken yanındakilere ''Akka'da durdurulmasa idim, bütün Doğu ayaklarımın altında idi'' dediği rivayet edilir.
Napolyon, siyasi olarak birleşmiş bir Avrupa'yı yarattı ve mirası Avrupa Birliği'nde devam ediyor. İtalyan kökenli bir Korsika Milliyetçisi olan, Fransızcası kötü ve ve kendisini de Fransız kabul etmeyen Napolyon'un, tüm Fransız tarihinde her Fransızı gururlandıran ve en büyük ulusal kahraman olarak kabul ettiren hayatının ironisi de bir başka ilgi çekici gerçektir!