Fransız eleştirmen, roman ve oyun yazarı Paul Bourget (1852-1935) “Ormanlar insana özgürlüğü öğretti.” sözünü yeniden anımsarken, ilk aklıma gelen dünya şairimiz Nâzım Hikmet’in “Davet” şiirindeki dizeler oldu: “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/ve bir orman gibi kardeşçesine,/bu hasret bizim...”

Yaşamak için doğanın tüm olanaklarına; ağaca, çiçeğe, kuşlara, toprağa, ormana, özgürlüğe gereksinimi vardır insanın. Kardeşlik ve özgürlük için gönüldeşlikle bir yaşam uygarlığı oluşturmak zorundadır insanlık. Yine Nâzım’a kulak verirsek “Piraye İçin yazılmış Saat 21-22 Şiirleri”ndeki şu dizeleri unutmak olası mı? 
“6 Aralık 1945
Onlar ümidin düşmandır, sevgilim,
akarsuyun, meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.”
Fazıl Hüsnü Dağlarca’yla buluşursak, onun sesi uzaklardan, dağlardan, ormanlardan, ovalardan eser gelir: “Ağaçlar esen yeli sever/Esen yel/Ağaçları sever/Kuş/İkisini birden sever/Çocukların hepsi/Üçünü birden sever”
Günaydın Yeryüzü’nde İlhan Berk’in “Bir Orman” betimlemesi de şöyle biter: “Beni beklemişler kardeşçiğim/Beni bu ağaçlar, nehirler, gökyüzü/Geleyim anlatayım diye bir gün kendilerini/Bir kere girdikten sonra şiirlerime/Bilmişler bir daha ölmeyeceklerini”
Ali Yüce şiirin güzel diliyle “ Ağaçlar Da Birer Yurttaş” diyerek ağaçları kişilendirir, yaşamımıza katar: “Ağaçlar da birer canlı/Benim gibi senin gibi/Hem görür hem işitir/Benim gibi senin gibi”
Ağacın rahatı kaçar mı? Hem de nasıl kaçar. İnsan bu, eli değmesin, rahatını da kaçırır, kökünü de kazır! 
Oysa Melih Cevdet Anday “Rahatı Kaçan Ağaç” şiirinde tanıdığı bir ağacı nasıl da aşklandırıyor: “Ona bir kitap vereceğim/Rahatını kaçırmak için/Bir öğrenegörsün aşkı/Ağacı o vakit seyredin.”
Ağacı, ormanı, doğanın tüm canlılarını şair de şiirine özgürlüğün, umudun, sevginin, aşkın, çağdaşlığın, uygarlığın, insan olmanın bilinci ve sorumluluğuyla katar, paylaşır, yaşama sevincine dönüştürür.
***
Ağaca, ormana, doğaya ilişkin şiirleri, dizeleri, atasözlerini çoğaltmak olanaklı elbette. Ne var ki şairler o güzelim, değerli sözleriyle doğanın yaşama alanlarını bize sunarken, birilerinin rant uğruna, hırsla, aç gözlülükle, çıkarcı amaçlarla ormanlara girmesinden, talan etmesinden, ağaçları kesmesinden, yağmalamasından, yakmasından çok büyük rahatsızlık duyarlar, tepki gösterirler.
Habercilik görevimle çok sayıda orman yangınından görüntüler çektik, haberler yaptık. Yanan canlıları gördük. 
Nasıl içim yanardı her yangın görüntülerinde, nasıl ağlardım için için.
Benim doğduğum Oğuzeli kasabası da suyu, ağacı, yeşili bol bir yerdi. Sularında çimdiğim, pınarlarından suyunu içtiğim, kuyularından su çektiğim, ağaçların arasında sahre yaptığım, gölgelerinde serin serin uyuduğum, meyve ağaçlarına çıkıp erikler, fıstıklar, elmalar, kayısılar, dutlar topladığım o kasaba çocukluğumda kaldı. Ama nasıl da özlüyorum betonsuz, gökdelensiz, rantsız kasabamı!
Akbelen’de günlerdir bir kıyım sürüyor; kıyıma karşı köylülerin, duyarlı vatandaşların, çevreci örgütlerin, sanatçıların direnişi de… 
Hele o televizyonlardan yansıyan, gazete sayfalarından taşan 94 yaşındaki Gülsüm Nine’nin, 88 yaşındaki Zehra Teyze’nin, 75 yaşındaki Zehra Bacı’nın görüntülerini, sözlerini unutmak, çığlıklarını duymamak  olası mı?
Çevrebilimciler, Akbelen orman alanında “200’den fazla bitki, 100’den fazla kuş ve  30’dan fazla memeli türünün yaşadığı”nı belirtiyorlar. 
Ağaçlar gidince, kesilince tüm bu canlıların da yok olacağını düşünmek bile insanı acılara, kederlere boğuyor.