Küresel salgın bir milat yarattı ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Trumpgiller, beklendiği gibi harekete geçerek, “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sözünün içini kendilerince doldurmanın telaşına düştüler. “Fırsata” çevirmek için uygun iklimi yakaladıklarını düşündüler. Bildik taktiklerini daha kesif, daha ağır, daha vahşi ve pervasız biçimde uygulamanın yolunu seçtiler. Ancak tarihteki benzerleri gibi, karşılarına bir kez daha hayatın duvarı çıktı. Artık trajikomik fıkralarda bile anılmamaları, insanlığın en azından büyük kısmının, işin ciddiyetini anlamasındandır. Onlardan daha çok, doktorlara, düşünürlere, toplumbilimcilere, ekonomi uzmanlarına kulak verilmesi bunun tipik göstergelerinden biridir. Çünkü virüse kurban edilen milyonlarca ölü, kimin haklı, doğru ve güvenilir olduğunu anımsatmış, bir yüzleşme ve muhasebenin kapısını sonuna dek açmış, bilimden ve akıldan başka bir çarenin olmadığını göstermiştir. “Bunu başarmak için, bunca acının yaşanması gerekir miydi?” sorusu ise insanlığın vicdanında ve “bir daha asla” temennisiyle yerini alacaktır.
Bu yüzdendir ki Trumpgiller, her zamanki gibi insanlığın “geri” kalan kısmına yöneldiler. Tümüyle yanlış çağrışımlara sahip “Sosyal Mesafe”yi dayatarak ilk adımı attılar. Oysa tanımın doğrusu “Fiziksel Mesafe”ydi ve dünya “kapanmayı” doğru bir yöntem olarak öngörürken, nicedir ihmal ettiği “sosyal yakınlaşmayı” anımsadı. Trumpgilleri telaşa düşüren asıl gerçek budur. Bu nedenle “oy deposu” olarak gördükleri kitlelere yönelerek, tanımı olanaksız iktidar hırsıyla, demokratik tercihleri ve örgütlenmeleri, salgın belasına dair uyarıları, dayanışma ve iş birliği çabaları ötekileştirdiler. Yok edilmesi gereken tehlikeler olarak hedef gösterdiler. Elbette bu tercihte düşünsel, estetik, bilimsel, demokratik, etik ve vicdani kalite kaygısı yoktur. Hamasetten efelenmeye, tehditten yalana ve çarpıtmaya, en tehlikesi dini ve milliyetçiliği propaganda aracına dönüştürmeye, hepsi bu tercihin malzemesidir. Laikliği terke edip, işi yalnızca inanç, ırk ve kan üstünden sürdürmeye kalkmanın elbette bir bedeli olacaktı. Şiddet dilinin ve uygulamalarının zıvanadan çıkmasının, ülkeleri ve halkları birbirine düşürmekten başka bir işe yaramayacağını süzemeyen ilkelliğin sefaleti bundandır. Düşmanlaştırmanın, savaş başta olmak üzere nice vahim sonuçlara yol açacağını anlayamayan körlüğün nedeni budur.
Maske kullanmayı “erkeklikten feragat” saymanın, sağlık emekçilerini, bilim insanlarını ve bir şeyler yapmaya çalışan kuruluşları küçümsemenin, “sürü bağışıklığını” gizli ya da açık savunmanın başka nedeni olabilir mi? Ölümcül salgını umursamaz tavırların, önlemleri protesto için intihar edercesine meydanları doldurmanın, sağlık emekçilerine saldıracak kadar gözlerin dönmesinin suçlusu gerçekte kimdir, kimlerdir? Ancak –yineleyelim- hayatın duvarı karşılarına bu kez salgın olarak çıktı. Ölümleri gizlemek, istatistikleri yönlendirmek işe yaramıyordu. Soyut hamaset, hayatta karşılığı olmayan efelenmeler ve dikkatleri başka yerlere çekmek beyhudeydi. Hayatın duvarı önünde sıra sıra tabutlar vardı. Bir salgın gelmiş, başta ekonomi olmak üzere, sistemi tüm çıplaklığıyla duvara asmıştı. Moral amaçlı bile olsa, bunların dışında kalan her türlü söylem ve eda, “Bize bir şey olmaz” havasında dolaşan cehaleti kışkırtmaktan başka bir işe yaramamıştı.
Trumpgiller bunlardan ders alır mı? Hayır. İşte tüm dünyanın dört gözle beklediği “aşı” çevresinde, iki günde içine düşürüldüğümüz durum. Her kuruşunda emperyalizmin ve kapitalizmin kirini taşıyarak zenginleşenler, “aşı milliyetçiliği” ile “önce ben” diyerek kendi kitlelerine hoş görünerek sistemlerini-iktidarlarını pekiştirme yolunda. Kamusal sağlığı ve sosyal devlet anlayışını terk etmiş, bu amaçla tesis edilmiş kurumlarını mahvetmiş olanlar ise muğlak vaatler ve güzellemeler ile zamanı gelince ne yapacağını bilememenin kıskacında, hala kitle ruhunu okşama, öfke ve şiddet pazarlaması peşinde. “Bu kadar kelam ettin, “reform” nerede, “laiklik” ne anlama geliyor?” diye soranlar çıkar mı?
Soracaklara yanıtımız şudur: Cevat Fehmi ustamızın “Harput’ta Bir Amerikalı”, Yakup Kadri ustamızın “Yaban”, Nazım Babanın “Memleketimden İnsan Manzaraları” işte tam da bunun için yazılmıştır. Onları okuyun, bu yazıyı da çöpe atın.