Önce bir tanımda buluşmalıyız. Ben sanatı, “Hayata düşünsel ve estetik açıdan müdahale etme eylemi” olarak görür ve tanımlarım. Konuya dair yazıp söylediklerim, meraklısı için arşivdedir. Böyle bir tanımlamayla ne söylemek istiyorum, özetleyeyim.

Sanat, hayatın öteki soylu eylem alanları gibi, “olana bakıp, bir daha olmaması ya da daha iyi olması” adına davranır. Tıptan mimariye, spordan eğitime, bugün bizi daha iyi, rahat, konforlu yaşatan, dünden bugüne bu anlayışla çalışan insanlar sayesindedir. Her alan kendi gereklerine göre davranıp, sonuçlarını ve ürünlerini paylaşırken, sanatın gereksediği ve biri olmazsa tökezleyeceği iki temel vardır: düşünce ve estetik. Sanatta düşünceden beslenmeyen estetik, kof bir süsleme ya da gösteriden; estetikten nasiplenmeyen düşünce de kuru bir lafazanlıktan ve boğuculuktan öteye geçemez. Bugün bizi heyecanlandıran, kaç kere okursak okuyalım, izlersek izleyelim, dinlersek dinleyelim doyamadığımız o büyük yapıtlar, bu buluşmayı başardıkları için, insanlığın yaratıcılık burçlarında yüzlerce, binlerce yıldır dalgalanıyor, dalgalanmayı sürdürecek.

***

Onları yaratanlar ve hayata sunanlar; insana ve gelecek güzel günlerine inandıkları için, bu inancı felsefeden sosyolojiye birçok disiplinle ete cana kavuşturdukları için, her şeyden önce olanı görüp olması gerekene dair düşünceler oluşturdular. Bu düşünceleri dile getirmenin yollarını ararken, geçmişin birikimlerini geleceğe taşıyacak değişimlere de yol açtılar. Sanattaki büyük adımlar böyle atıldı, estetik arayışlar ve varılan sonuçlar inanılmaz boyutlara ulaştı. Böylece, insanlığın düşünce alanını zenginleştirenlere, sanatın alanlarını genişleterek yoldaşlık yaptılar. Düşüncenin de estetiğin de ortak paydası şuydu: itiraz.

Düşüncenin küflenmesine, insanlığa yeni kapılar açamaz hale gelmesine, hayat okumasında kekemelik başlamasına ve giderek gericileşmesine, tutuculaşmasına, insanlık dışı alanların malzemesine dönüşmeye itiraz… Sanatın da aynı gerekçelerle var oluş sorununu yitirmesine, uyku tozu haline dönüşmesine, yozlaşmasına itiraz… Somut bir örnek isteyenlere, Nazım Hikmet’in “Putları Yıkıyoruz!” başlığıyla sürdürdüğü mücadeleye ve döneminin nice kalemiyle girdiği polemik savaşına bakabilir. Kuşkusuz büyük şairin itiraz ettiği sanat anlayışına, düşünce yapısına sahip nice insandan nice yapıt, bugün yaşamaktadır. Ama Nazım Hikmet’in bu mücadelesi, sanat erbabı başta olmak üzere, ülkemiz üstündeki ölü toprağını savurmuş, yeni duruşların ve üretimlerin kapısını sonuna dek açmıştır.

***

 “Hayata düşünsel ve estetik açıdan müdahale…” Sanatın bugün nerede olduğunu görmek, irdelemek, eleştirmek ve yeni yolculuklara niyetlenmek için, bu tanımı anımsamak zorunda değil miyiz? Kaygısını, saygısını ve çabasını bu uğurda gösterenleri tenzih ederim ama sizce günümüz sanatı bu işlevini ne kadar, nereye kadar yapabiliyor? Daha doğru soru yoksa şu mudur: günümüz sanatının ve emekçisinin gerçekten böyle bir kaygısı var mı?

Bu soruya el ele dize dize yazılıp okunan şiirlerin, sosyetik toplaşmaların, sütre gerisinde yiğidim aslanlığıma soyunmaların vereceği bir yanıt olabilir mi? Düşünce ve estetiğin bu denli hırpalandığı bir süreçte, yoksa bu soruların anlamı ve karşılığı yok mu?