Suriye, yeryüzünü belirlemiş uygarlıkların mozaiklerinden, baş döndürücü birikimiyle eşsiz mücevherlerinden biridir. Ama bütün Ortadoğu, Arap Yarımadası ve Afrika’nın cümlesi gibi Suriye de, Oryantalistlerin tütsü ve gizemle donatılmış hikâyeleri ya da Hollywood’un karton filmlerinin anlattıkları kadar bilinir.
Çünkü bu eşsiz birikimin, aklın ve aydınlanmanın gerekleriyle yoğrulmasına ve kullanılmasına asla izin verilmedi. Demokrasi ve insan hakları nutukları atan “modern” dünya, iş bu topraklara gelince, ikiyüzlülüğün en sefil çifte standart örneklerini verdi. Dinleri, mezhepleri, kökenleri, uygarlıkları; kahrolası feodalizm ile yobazlığa sıkışmış aşiretleri ve nihayet kendi güdümünde kurulan devletleri kullanarak, sürekli birbirine kışkırttı. Farklıların birer zenginlik olarak algılanmasını engelleyerek, birbirini yok etmenin ve sonsuz didişmelerin gerekçesine dönüştürdü, doğallaştırdı. Hainleriyle, ölüm çeteleriyle, hukuk ve ahlakdışı kışkırtmalarıyla, güzelim bir coğrafyayı devasa bir “şark çıbanı” haline getirdi. Gürül gürül petrolü küresel imparatorluğunun refahı için sömürürken, yarattığı çıbanı kaşıdı ve kaşıttı. Kıtalar ve okyanuslar ötesindeki devletlerinin huzuru için, bu toprakların acılar cehennemine dönmesine aldırmadı. Birbirine düşman ettiklerine, aynı model silahları, alacağı karşılık oranında sattı. Yetmeyince adına “özgürlük” dediği gerekçelerle, on binlerce kilometre ötelerden gelip, saldırdı. Biz burnumuzun dibindeki bu faciaları, cafcaflı propaganda makinesinden izledik. Üç Çanakkale beş Kurtuluş Savaşı şehidinin adını bilmekten aciz ruhsuzlar olarak, kendi paramızla Rambo’ları alkışladık.
Bunlar bilinen ama bu coğrafya halklarının akıl ve algısından kaçırılan gerçeklerdir. Ezilenlerin çığlıkları, kan kokusu, silah gürültüsü, işbirlikçilerin faşizan yobaz uygulamaları ve emperyalizmin kirli propaganda araçlarının gıcırtısı içinde, elbette duyulamazdı. Bu keşmekeş cehenneminde, örneğin Suriye’nin sürgün yazarlarından olan Rafik Schami’nin çağrısına kulak verilemezdi: “Söz özgür olmazsa, yitip gideriz.”
Afrin savaşı ya da harekâtı, istikrarsızlığın ve itibarsızlığın pençesine düşürülmüş bir ülkenin toprağında, ülkemizin esenliği adına sürdürülüyor. Afrin, görmezden geldiklerimizi artık görmemizi sağlar mı? Biz böyle bir coğrafyanın kıyısında, adına Kurtuluş Savaşı denilen bir mücadele sonunda bağımsızlığını elde etmiş, her türlü kemirgene rağmen en azından esaslarını korumuş bir ülkeyiz. Savaşa itirazımızın önsözlerinden biri de, kurtuluş ve kuruluş sonrasında “Yurtta Barış, Dünyada Barış” olarak tanımlanan karar ve iradedir. Bugün bu bataklığın tam göbeğinde değilsek, bunu Cumhuriyete borçluyuz. Kazanımlarına hakaret etmekten ve dönüştürmeye çalışmaktan vazgeçip, değerini bilip korumak zorundayız. Afrin hepimize, bu tezgâhı görmenin ve dağıtmanın da kapılarını açmalıdır.
Etnik, dinsel, mezhepsel ayrımcılığa, bölücülüğe, düşmanlığa dayanan politikaların, bu çıbanı azdırmaktan, kanatmaktan ve emperyalizme hizmetten başka hiçbir işe yaramadığı artık bilinmelidir. Bu çıban, uygarlık ve kültür mirası olan saygın bir coğrafyayı öldürürken, gericilik, yobazlık, şiddet ve kör cehalet mikrobuyla yaşamını sürdürmektedir. Hamasetten, kof kibirden, umarsız kitleleri paralize edip sürüleştirmekten başka işe yaramayan kışkırtmalardan vazgeçilmeli, iç politika zaferleri adına malzemeye dönüştürülmemelidir. Bu çıbanı yok etmek için tercih edilecek en korkunç yol, bizzat bu çıbanın ürünü olan gerici ve bölücü çeteleşmelerle işbirliğidir. Daha beteri, birini ötekine tercih etmektir. Yaratılan, birbirini doğuran ve adlarına alfabenin harfleri yetmeyen besleme ve devşirme terörist çetelerin, bumerangdan farksız olduğunu benzeri güruhlar yeterince kanıtlamıştır. Etnik bölücülüğe, kan ve inanç sömürüsüne hep birlikte ve “ama”sız karşı çıkmadıkça, bu çıban kurumayacaktır. Ortadoğu, antidemokratik sistemlerin nelere yol açtığının canlı ve kahredici örneğidir. Ülkemiz, bu coğrafyada bir rol alacaksa, bunun yolu tıpkı kurtuluş ve kuruluş felsefesinde olduğu gibi; antiemperyalist kimlikli, çağdaş ve laik bir “rol model” olmaktan, ödünsüz ve eksiksiz demokrasi ile barışın bayraktarlığından geçer. Afrin, bunları anımsatacak mı? Asıl soru ve sorun budur.