Geçenlerde televizyonumu açıp karşısına kurulduğumda harika bir görüntü ekrana geldi. Bir anne kedi, yavrusunu ensesinden yakalamış, veteriner muayenehanesine getiriyordu. Ardından görüntüye gelen veteriner hekim, kedinin yavrusunda bazı enfeksiyonlar olduğunu, bu enfeksiyonların neden olduğu cerahatleri temizleyip hastalığı giderecek iğneleri yaptıktan sonra yavruyu anne kediye iade ettiklerini, kedinin de onu alıp gittiğini söyledi. Nasıl içim eridi, nasıl hoşuma gitti, anlatamam.

Haber programının devamında bir baba ile ilgili haber de vardı. Üç yaşındaki kızını oturduğu apartmanın girişinde tekmeliyordu. Daha sonra aynı çocuğu tekmeleyerek merdivenlerden aşağı yuvarladığı görüntüler geldi ekrana.
Öylesine iğrenç, öylesine itici… Bir an düşündüm kendi kendime, bunlardan hangisi hayvan, hangisi yaratık diye. Bu adama "yaratık" diyorum, hayvanlara hakaret etmemek için.

“Bize bir şeyler oldu” diyeceğim ama bir taraftan da “bir şeyler olmaması mümkün değil” diyorum. Dört bir yanımız nefret, kavga, kan, savaş, kültür çatışması, anlaşmazlık ve hepsinden önemlisi cehaletle çevrili.

Trafikte insan boğazlıyoruz, araçtan araca kurşun sıkıyoruz, kaputun üstüne çıkıp camları tekmeliyoruz. İnanın, son zamanlarda araç kullanmaktan dahi çekiniyorum. Ola ki birine “ne yapıyorsun?” derim de adam bıçakla, sopayla, palayla üzerime saldırır diye…
Haa, evelallah kendimi koruyabilecek cüssede ve güçte bir insanım ama ya iki yumruk atarım da karşımdakine bir şey olursa diye de korkarım. Geçenlerde o da oldu; adamın biri üzerine saldıran kişiye yumruk attı, saldıran orada kaldı. Hiç yoktan katil oldu.

Örf, adet, adap tamamen silindi. Büyüklere, engellilere, kadınlara yol ver, yer ver… Hadi canım sende! “Niye yer vereyim, niye yol vereyim, beni ırgalamaz” noktasına geldik, hatta geçiyoruz.

Balçova’da iki genç kız bir belediye görevlisine tekme tokat girişmiş. Mutlaka görevli de bir şey yapmıştır ki böyle bir tepkiyle karşılaşmıştır. Olayın tamamını anlamadan kimseyi suçlamamak gerek. Ama evvelden böyle bir şey oldu mu, hemen polise haber verilirdi, olaya polis el koyar, suçlu da cezasını alırdı.

İşte işin özü tam burada yatıyor: Cezasını almak.
Artık kimse yaptığının cezasını almıyor. Döven, saldıran, bıçak çeken, “seni yaşatmayacağım” diyen, “ya benimsin ya kara toprağın” diye mesaj atan; karakolun bir kapısından girip öteki kapısından çıkıyor. Tutuksuz yargılanıyor veya cezası erteleniyor. Suçlu yine sokakta.
Polisten, yasadan korkmayan, edep ve ahlak yoksunu cehalet galip geliyor. Polis ne yapsın, yasalar böyle... Eh, böyle olunca da herkes kendi hıncını kendisi almaya kalkıyor.

Ama bu işin böyle sürmesi mümkün değil. Bu gidişe “dur” diyecek; şu anda yok olan aile terbiyesi, toplumsal normlar, yaptırımlar, cezai düzenlemeler ve tabii ki etkili bir eğitim sistemi yeniden inşa edilmeli.
Ve bunlara bir de sevgisizliğin yok edilip sevgi ortamının kurulması şartı eklenmeli. Aksi takdirde, insanlar ve kedi örneğindeki gibi hayvanlar azaldıkça azalacak; sevgisizlik artacak, hayvanların dahi yapmayacağı şeyleri yapabilen cahil yaratıklar topluma hâkim olacak.

Anlayacağınız, yaşam alanımız giderek daralıyor. Sevgisizlik sarmalı toplumu topyekûn içine alıyor.