Şımarmıştık… Gözlerimiz neredeyse kör, kulaklarımız sağır olmuştu. Betonların arasında dokunacak sıcak, samimi bir alan, ağaç, çiçek, hayvan bulmakta zorlana zorlana dokunma duyumuzu yitirmek üzereydik. Çıkıp biraz dolaşalım cümlesiyle birlikte, büyük alışveriş merkezlerine girer olmuştuk. Kadınların, çocukların, askerlerin ölüm haberleri sıradanlaşmıştı artık, filmler, diziler bol bol kırdılı döktülü sahnelerle dolmuştu. Dünya tekmele beni sendromuyla yüz yüze geldiğinin farkında değildi. Hele psikolojik şiddettin tam da içinde olduğumuzu bile anlamıyorduk. Şiddeti kanıksamıştık. Artık hiçbir şey bizi şaşırtmıyordu. Oysa şaşırmak güzeldir. Şaşırdığımızda soru sorar, cevap ararız. Bir şeyleri fark ettiğimizde şaşırırız. Şair Şükrü Erbaş bir şiirinde “Şaşırma yetisini kaybedenin yaşama sevinci olur mu?” diye soruyor… Hiçbir amaç gütmeden, sadece yaşıyor olduğumuza neden sevinemiyorduk artık? Hepimizde bir olmak savaşı…
Yediğimiz, içtiğimiz her şey bol hormonlu, tatsız tuzsuz olduğu halde doymak bilmiyorduk… Egzoz dumanları, fabrika bacaları, ucuz parfüm kokuları, plastik çiçekler… Bilgisayar ekranları arkasına hapsolup kalmıştık. Burnumuzun eskisi gibi koku almadığının farkında değildik. Beş duyumuzu neredeyse yitirmek üzereydik. Oysa biz dünyayı beş duyumuzla algılarız, zihin algıladıklarımızı kaydeder, duygularımızı yöneten de duyularımızdır. Zihnimizin ve kalbimizin boşaldığının farkında değildik belki de… Tehlike anında bütün duyularımız çalışır, en çok korku duygusunu hissederiz. Korkuyor ve kaygı duyuyoruz şimdi. Üstelik sadece kendimiz için de değil sevdiklerimiz, tanıdıklarımız hatta hiç tanımadıklarımız için bile kaygılıyız. Korku ve kaygı insanların hayatta kalabilmeleri için gerekli duygular olabilir, ancak o zaman kendimizi ve çevremizi korumaya çalışırız. Ya bu durum çok fazla uzarsa, sürekli korku ve kaygıyla yaşamaya devam edersek…
Tohumlar başlarını topraktan uzatırken biz beton binalarımızın içine gömüldük. Ağaçlar yeni sürgünleriyle bahara merhaba derken biz hoşça kal demek zorunda kaldık. Şöyle ağız tadıyla şımaramıyoruz. Her sabah kuş cıvıltıları bizimle alay ediyor, sokak hayvanları daha bir kurumlanarak dolaşıyorlar sanki. Beton yolların kenarından köşesinden yemyeşil gözleriyle bize bakıyor doğa. “Ben sizden daha güçlüyüm” diyor. Şaşırmaya mı başladık ne? Duyularımız yavaş yavaş açılıyor gibi… Hatta her duyumuzun bir hafızasının olduğunu düşünürsek dokunduğumuz, kokladığımız, gördüğümüz, duyduğumuz şeyler bize neler hatırlatır? Hazır evlerde yapacak bir iş bulamazken bunu biraz durup düşünür müyüz?
Hazır betondan yapılma küçücük kutuların içinde kalmışken bir şiirin dizelerinde kaybolsak mesela, bir şarkının notalarıyla onarsak ruhumuzu… Sanatın iyileştirici gücüne sığınsak…
Küçük eski bir masada oturduk
Kadehte ay ışığı
Kah Ahmet eşlik etti
“Benden selam söyle o yâre...”
Kah Edip “oysaki seninle güzel olmak var”
Ben sızdım, ney sustu, bardak kırıldı
Gönül sana hasret kaldı…
Şımarmıştık hem de çok şımarmıştık. Doğa uyanırken bizi ayılar, yılanlar gibi kış uykusuna yatırdı. Burnumuzda maske, elimizde eldiven, kalabalıklardan kaçarak, sevdiklerimizden uzak durarak yaşamaya mecburuz artık… Umarım artık şımarmaz ama bolca şaşırırız…. Umarım bir şiirin dizelerinden doğarız yeniden...
Şiir: Volkan SAMYELİ