Öğretmen herhalde Türkiye'deki gündemi iyi takip ediyor ki, öğrencilerine vergiyi öğretmek istemiş. Hazırlık olsun diye de ev ödevi vermiş. Yani çocuklar gidecek ve aile büyüklerinden verginin ne olduğunu öğrenecek. Sonra konu derste işlenecek. Buraya kadar tam bir uygulamalı eğitim. İşte o çocuklardan biri eve geliyor ve “Vergi nedir?” diye dayısına soruyor. Bereket pratik zekalı bir dayısı var. Yeğenine konuyu çok net bir şekilde öğretiyor...
Olayın nasıl geliştiğini kameraya almışlar. Dayı Karadeniz şivesiyle olayı anlatıyor:
“Elindeki çukulatayı aldım ve yüzde altmışını yedim.”
Çocuk ağlıyor ama verginin ne olduğunu öğrendi.
***
İşte biz! Halk olarak biz, üretici olarak biz, küçük esnaf olarak biz, orta büyüklükteki işletme olarak biz... Ağlıyoruz ama vergimizi çatır çatır ödüyoruz.
Zaten pek çok vergi peşin olarak alınıyor. Mesela bir sakız alıyorsunuz bir kısmı üreticiye, bir kısmı devlete... Hatta bazen bir ürünün üç dört katını vergi olarak devlete veriyoruz. Helal hoş olsun yeterki onlar yerinde ve doğru kullansınlar. Biliyorum bu konuda hepimizin tereddüdü var. Mesela işi abartıp kredi kartına bile vergi getirmeye çalıştıkları oldu. Bu kez iyi ağladık, hatta iyi tepki gösterdik sonunda vazgeçtiler. Ama devletimiz büyük... Üstelik hoşgörülü... Bu hoşgörü de bazı özel firmalara...Mesela yıllarca vergi almadıkları dev firmalar var. Anlaşılan büyüklük göstermişler “affediyoruz” demişler. Milyarlarca lirayı bağışlamışlar.
***
Bizim evin köşesindeki lokantacı, vergi ve sigortayı ödeyemediği için dükkanını kapattı. Geçen gün karşılaştık, “Kazancımı kiraya, vergiye, sigortaya veriyorum. Evi geçindiremez oldum” dedi. Haksız da değil. Bence o küçük çocuk Türkiye'de verginin ne olduğunu iyi öğrendi, hem de uygulamalı olarak... Ben öğretmenle, dayısının yerinde olsam. Geri kalan kısmı anlatmazdım. “Senin çukulatanın yüzde altmışını yerler ama, bazılarına da bırakın yemeyi üstüne bir çukulata daha verirler” demezdim.
Morali bozulmasın, umutları kırılmasın...