Merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında ciddi bir koordinasyonsuzluk, hatta inatlaşma, çatışma. Bu durum özellikle son yerel seçimlerden sonra olağanüstü arttı. Merkezi yönetimi CHP’nin önde olduğu ve büyük şehirlerin tümünün yerel yönetimlerini kazandığı son seçimlerden sonra siyasal ve ekonomik baskısı “şiddet” düzeylerine vardı, herkesçe malum.

Son günlerde içme suyu konusunda da maalesef yine bu çatışma yaşanıyor. Öncelikle İstanbul’da Sazlıdere Barajı ile başlayan bu koordinasyonsuzluk, tam da turizm sezonunda Çeşme’nin de başına geldi.

7 yıl önce yapılan baraj (Karareis Barajı) su dolu iken, Çeşme’de su kesintileri tatilcileri korkuttu.

İstanbul Sazlıdere Barajı’nın “içme suyu kaynağı” statüsü, İSKİ’ye haber dahi verilmeden merkezi yönetim tarafından kaldırılıverildi. Bu İstanbullu’nun temiz su hakkına açıkça yapılmış siyası bir müdahale olarak değerlendirilebilir.

Bilindiği gibi su kaynağını bulmak, baraj yapmak DSİ marifetiyle merkezi yönetimin görevidir. Suyu temizlemek, arıtmak ve dağıtmak ta yerel yönetimlerin görevidir. İşte tam da burada bu görev paylaşımında koordinasyon planlama olmaz, inatlaşma olursa, olan halka olacaktır.

Çeşmede de olan budur. Aslında hemen hemen her konuda en hafif deyimiyle bu koordinasyonsuzluk halka eziyetten başka bir şey değil. Örneğin İZBAN. Orda da yerel-merkezi yönetim inatlaşması İzmirli’yi mağdur ediyor, imkanları kısıtlı halkımızın ulaşım hakkını gasp ediyor.

Ancak iklim sorunları nedeni ile iyice açığa çıkmış, temiz suya ulaşımın önemi daha da yakıcı.

Acilen merkezi yönetim yerel yönetim inatlaşması terkedilmeli ve ülkemizdeki yeraltı ve yer üstü tatlı su kaynaklarının kullanım hakkı devlet tarafından tek elden planlanmalıdır. DSİ’mizin yapısı tekrar gözden geçirilmeli etkisi arttırılmalı ve Tarım Bakanlığından ayrılarak, ayrı bir “Su Bakanlığı” kurularak bu bakanlığa bağlanmalıdır.

Tarımsal sulama, toplam su kullanımının % 73’ünü kapsadığı için, Tarım Bakanlığı bünyesindeki DSİ’nin etkin davranamadığı kanısındayım. Öyle olmasaydı yıllardır “vahşi sulama” olarak adlandırılan açık sulama konusunda bir adım yol alınabilirdi. DSİ bu konuda yıllardır çaba sarf ediyor. Ama vahşi sulamanın, kaçak su kuyuları açılmasının önü alınamıyor.

Suyun ticarileşmesi ve yer altı su kaynaklarının özel şirketlere tahsisine son verilmelidir.

Tatlı içme suyu bir insanlık hakkıdır. Devlet tarafından bu hak korunmalı hakkaniyetle dağıtılmalıdır. Tatlı su kullanım oranı tarımsal % 73 demiştik, geri kalan tüketim eşit şekilde, evsel ve sanayi kullanımı olarak paylaşılıyor. Özellikle sanayide kesinlikle su kaybının önüne geçilmeli arıtma ve tekrar kullanımı zorunlu olmalıdır. “Su kaybı” dedim zira sanayi arıtma ve tekrar kullanım yapmazsa, suyu tamamen öldürmekte, hatta diğer temiz su kaynaklarını da kirletmekte, kullanılmaz hale getirmektedir.

Evsel kullanımda da kayıp kaçak oranları ki yüzde 20-30 arası olduğu ifade edilmektedir. Dağıtım kanallarının iyileştirilmesi yapılmalıdır.

Güzelhisar (Petkim), Karareis barajları bu susuzlukta İzmir’imize kelimenin tam anlamıyla “can suyu” verecektir, vermektedir. Ancak Karareis Barajı 6-7 yıldır neden devreye alınmadı sorusu ve merkezi-yerel yönetim koordinasyonsuzluğu Çeşmeli tarafından sorgulanmaya devam edeceği gibi, devlet tarafından yapılan Güzelhisar Barajı’nın adının da neden “Petkim Barajı” olduğu, neden ülkem kaynakları ile yapılan bir barajın özel kullanıma tahsis edildiği de tabii ki İzmirli’nin sorgusuna açıktır.

Temiz su bir insanlık hakkıdır.