Uçurtmalar rüzgar sayesinde uçmazlar, rüzgara karşı durdukları için uçarlar…
Türk basın tarihinin onurlu sayfalarında yerini alan 9 EYLÜL Gazetesi’ni yaratanlar da, rüzgara karşı duranlar, rüzgara karşı yürüyenler, basının genç, yiğit baş eğmeyenleri olarak sansür yasasına karşı, demokrasi ve özgürlük adına mücadelede yerlerini aldılar.
Salı günü Hasan Tahsin Anıtı önünde toplanan yiğit gazeteci arkadaşlarım aynı günün gecesinde Ankara’dan seslerini yükseltmek için İzmir’den ve Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’ya yola çıktılar. Sağlığım mümkün kılsaydı da onlarla omuz omuza özgürlük adına Ankara’dan sesimi yükseltebilseydim. Yine de Rıfat Ilgaz’ın şu satırları geliyor aklıma; “Benden geçti mi demek istiyorsun? Aç iki kolunu iki yanına korkuluk ol” Ben de kalemimle, sözlerimle, yazılarımla, şiirlerimle haykırıyorum. Özgürlük için, bağımsızlık için, demokrasi için, cumhuriyet için, halkımız için, faşizme geçit yok, baskılara boyun eğmek yok, zalime diz çökmek yok… Söylenecek sözümüz oldukça halkımız için gerçekleri haykıracağız.
Ben bu meslekte 60 yılımı tamamladım, güllerle geçirir gibi acılarla geçirdim. Yağmur gibi hüzünlerle yaşadım. Yüreğimi kan gülleri ile dağladım. Yeniden “Kalk” dedim ayağa kalktım.
“Durma koş bir şeyler yap,” “Dur dediler bir yandan, koşma yeter, dinlen artık koşma…”
Kavganın haricine düşmek olmazdı. Nefrete karşı dostluğu, yalana karşı hakikatı, kine karşı iyiliği savunmak, emperyalizme, faşizme her türlü gericiliğe karşı durmanın demokrasi, barış, özgürlük için koşmanın tam zamanında nasıl dururdum. 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü yaşayan bu ülkede, insanları astılar, kestiler, biçtiler, infaz ettiler, kalleşçe yok ettiler, “dört yanımızı puşt zulası” ile sardılar. Anayasa’da yerini alan lâik, sosyal, demokratik hukuk devletini yok ederek Cumhuriyet’in önüne Cemahire çıkarmak isteyen yılanlar, çıyanlar türemeye başladılar. Varsa akıllarının uçlarından bile geçirmesinler. Biz bu ülkeyi üç beş çapulcuya, yobaza yedirtmeyiz. Her dağ kendi destanını saklar koynunda, her orman kendi uğultusunu!
Bizim dağlarımızda Mustafa Kemâl’in destanı, ormanlarımızda Kuvvacılarımızın uğultusu vardır. Bizler bu karanlığı yırtacağız! Kutsal emanetlerin militanları olarak, bu ülkede, beyaz türküler söylenmesini, kırmızı güller açmasını, kuşların barış için uçmasını, aydın ve güzel bir Türkiye yaratılmasını gerçekleştireceğiz.
***
Gökyüzü şahittir. Sözümüzü yere düşürmeyiz! Bizim Hasan Tahsinler’e, Uğur Mumcular’a, Metin Göktepeler’, A.Taner Kışlalılar’a, Bahriye Üçoklar’a, Çetin Emeçler’e, Abdi İpekçiler’e sözümüz var. O sözler ki, imgelem sonsuzluğunun ateşten gülüdürler. Kelebek çarpıntılarıyla doğarlar, ölürler. O sözler ki, kalbimizin üstünde dolu bir tabanca gibi ölüp ölesiye taşırız. O sözler ki, bir kere çıkmıştır ağzımızdan. Uğrunda asılırız! Aydınlık, çağdaş bir Türkiye yolunda verilen mücadelede, bütün gazetecilere büyük görevler, sorumluluklar düştüğünün bilincindeyiz. Bu yolda verilecek mücadelede, "gelecekten hepimiz sorumluyuz" diyenler, şehit gazetecimiz Hasan Tahsin’in fikirlerinden, mücadelesinden, hareketinden ilham alarak, gerçeklerin safında yerlerini aldılar.
Ve o kafa tutan gazeteciler, hep bir ağızdan sesleniyorlar; “Ayağa kalk, sen ayağa kalkmazsan, karşındaki büyük görünür.” Dünyanın en büyük saraylarını yaptıranların, hırlayanların, ayağa kalkanlar sayesinde nasıl çöplüklere atıldıklarını tarih yazar. Tarih dündür. Coğrafya bu gündür! Tarihte olan coğrafyada da olur. Tarihte kazananlar hep ınsoumis’ler baş eğmeyenler olmuştur. Bizler hiçbir yerde, hiçbir zaman, hiç kimseye baş eğmedik. Baş eğmeyen bütün gazetecilere, eğilmeyen başımı eğiyorum.
Bir kez bin kez daha yineliyorum; “Gazeteciysen boyun eğme, boyun eğeceksen gazeteciyim deme!”