Siyah beyazın kendine göre bir çekiciliği olsa da, renkler bambaşka. Turizmin çıkış noktası da bu işte. Turizmi çekici yapan insanı monoton, tekdüze yaşamın getirdiği sıkıcılıktan kurtarıp, hayatına renk katması
Düşünün, her gün aynı saatte kalkıyorsunuz, aynı kahvaltıyı yapıyorsunuz, aynı otobüse binip aynı iş yerine gidiyorsunuz. Masa her gün oturduğunuz masa. Yan tarafınızda oturan iş arkadaşınız aynı, yaptığınız iş de aynı. Bu monotonluk bir süre sonra insanda yorgunluk yaratıyor ister istemez.
İnsanlar senede bir iki kez kendilerini bu döngünün dışına atabiliyor, eğer olanakları el verir ise. Yapabilen yurtdışına, farklı bir ülkeye gidiyor tatilde. Koşulları el vermeyen de yurtiçinde kısa bir kaçamak belki. Eğer hiç olanağı yoksa, o da farklı bir uğraşlarla ruhunu tazelemeye çalışıyor bu kısa tatilde.
Her konuda olduğu gibi turizm de sürekli değişim, gelişim gösteriyor. Alışkanlıklar, eğilimler günün koşullarına göre değişebiliyor. Günümüzde ulaşım olanaklarının gelişmesi ve görece ucuzlaması ile daha çok insan farklı yerlere gidebiliyor. Buna yurtdışı da dahil.
Eskiden sadece zenginlerin seyahat edebildiği bir dünya varken, bugün sıradan bir memur, işçi şartlarını zorlayarak olsa bile, bir yurtdışı seyahati yapabiliyor. Ne için? Hayatına farklı bir RENK katmak için.
Rengin her çeşidinin olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Güneşin 300 gün kendini gösterdiği bir ülkede. Karamsarlık bulutlarını dağıtan ışık var bu ülkede her şeyden önce. İşte Avrupalı'nın kasvetli havadan kaçıp, güneşin pırıl pırıl parladığı ülkemize gelmek istemesinin temel sebebi. Işık olunca renkler parıldar. Renk olmayınca ruhunuz kararır. Işık süzülen bir pencere ararsınız bunalan ruhunuza.
Ülkemizin renkleri sadece doğanın renkleri ile mi sınırlı? Kesinlikle hayır. İnsanımız renkli bir kere. Renk renk, çeşit çeşit insanımız var. Robot gibi, sıradan değil. Anadolu zengin, Anadolu renkli. İnsanı da bu renklere boyanmış. Tanımaya doyamadığımız.
On iki bin yıllık yerleşik kültürü olan bir Anadolu’dan söz ediyoruz. Örflerin, adetlerin, yaşanmışlıkların, farklı kültürlerin eridiği bir potadan. Nasıl güzel bir kültür çıkmış bu birleşmeden. Bize sıradan gelse de, bunu yabancılar daha iyi görüyor, anlıyor.
Ülkemiz renkli de, turizmimiz renkli mi acaba? Bence değil. Uğraşanlara haksızlık etmeyelim ama, kaç rengimizi kullanabiliyoruz turizmde? Güneşin sarısı, kumun grisi, denizin mavisi, bitti. Diğer 1001 rengimiz nerede? Doğanın çeşit çeşit tonları, gastronominin inanılmaz renkleri, kültürün sayamadığımız kadar çok rengi.
Siyah beyaz ve gri tonlar herkeste var. Senin sahip olduğun renkler değerli. Ama bu renkleri çıkarıp işlemek, onları kullanılabilecek hale getirmek, bilgi, çalışma ve emek istiyor. İşte bizde eksik olan bu. Avrupalı yaptığı işte başarılı ise araştırıcılığı ve çalışkanlığı yüzünden.
Konuyu daha somuta indirgersek, ülkemizin zenginliğinden yararlanma konusunda çok geriyiz.
Konuşmada atış serbest, ama işe gelince ortada kimse kalmıyor. Bol toplantı, bol konuşma, arkasından gelen hayal kırıklığı. Toplantı yapmış olmanın iş yapmak olduğu düşünülüyor. Oysa toplantı kendi başına bir iş değil. Toplantı sonrası herkeste bir rehavet. Ohh, işimizi yaptık…
Öncelikle sahip olduğumuz değerleri tanımıyoruz. Çünkü bilgimiz, görgümüz eksik. Bu değerlerin ağırlamak istediğiniz konuklar için ne anlama geldiğini bilmiyoruz. Bunları onun hoşnut olabileceği şekilde paketleyip sunamıyoruz. Ama konuşmaya gelince, hepimiz profesör kesiliyoruz. Meşhur laf; “Cahillik ne güzel, her şeyi biliyorsun.”
Daha da kötüsü, güzel, renkli ülkemiz gün geçtikçe soluyor, renklerini kaybediyor. Dünya üzerinde tarımda kendine yetebilen yedi ülkeden biriyken, şimdi samanı bile ithal eden bir ülke haline geldik. Bu güzelim ülkenin atadan kalan lezzetlerini Arjantin’den, Kanada’dan, Hollanda’dan gelen ürünlerle mi hazırlayıp sunacağız.
Kendi ülkesinin ata tohumunu alıp satmayı yasaklayan tohum kanununu çıkartan ve hala yürürlükte tutanlar utanmazlar mı? GDOlu ürünleri ithal edip piyasaya sunanlar, yabancı tohum, suni gübre, yabancı ilaç üçlü sarmalına tarımımızı hapsedenler hiç mi vicdan azabı duymazlar. Gastronomi turizmini size rağmen mi yapacağız?
Müteahhitleri turizmden anlamayan turizmci yapıp, bizi ucuz turizme mahkum edenler, neredesiniz? Doldur boşalt turizmi ile çok turist getirmeyi marifet sayan turizm bakanları, ne zaman turist sayısı ile övünmeyi bırakıp, turizm girdisi dövize odaklanacaksınız. Avrupa’nın en ucuz turizm ülkesi olmanın ne kadar utanç verici olduğunu ne zaman anlayacaksınız?
Beyler, oteller sizin olabilir. Ama ucuz turizm ile milyonlarca turist getirip tükettirdiğiniz bu ülkenin doğal kaynakları bizim, hepimizin? Bunları maliyet hesabına katıyor musunuz? Ya bu övündüğünüz ve başarı gibi gösterdiğiniz on milyonlarca ucuz turist için yapılan havaalanları, yollar, enerji santralleri vs. onların maliyeti de hesapların içinde mi? Tabi ki değil.
Renklerimize dönersek, ülkemizin geleceğini karartanlar, renklerimizi solduranları bir tarafa bırakıp, biz kendi işimize bakalım. Turizm için iyi niyetli olarak yapmamız gereken çok şey var. Kimin? Turizme değen herkesin. İster seyahat acentesi sahibi, ister otelci, ister rehber, ister belediye başkanı.
Belediye başkanı deyince bir durmamız lazım. En büyük sorumluluk da onlarda. Engelli turizminin yolu da oradan geçiyor, yön tabelasının da. Onlar olur demeden, bir şey olmuyor. İzmir’de 31 belediye var, hiç birinde de turizmi profesyonel anlamda bilen bir Allah’ın kulu yok. Bakın net ifade ediyorum. Turizmin geçmişini, günümüzü, dünyadaki trendlerini bilen, takip eden birinden bahsediyorum. Yüzlerce, binlerce çalışanın var. Bunların içinde bankamatik çalışanları da dahil. Ama turizmde koordinasyonu sağlayacak bir danışmanın yok.
Varsa yoksa turizm koordinasyon toplantıları. Ayda, iki ayda bir toplantı yapmakla iş bitmiyor. Başkanın bir değil bin derdi var. Ama zaten onun tek bilmesi gereken, “işi kimin bildiği”. Hepsi bu. Eylemlerin sürekliliği için, takip gerekli. İşin sahibi olacak kişiler gerekli.
Bu sadece belediyelerin değil, tüm turizm paydaşlarının sorunu. Turizm bakanlığı da çalışacak, meslek odaları da. “Mış” gibi yapmak ilkellik, kandırmaca. Sonuç odaklı ve ölçülebilir işler yaparsak başarılı oluruz. Gerçek vatanseverlik de bu işte.
Ülkemiz renkli, ülkemiz güzel. Tıpkı İzmir gibi. İzmir’in insanı da hem özel, hem güzel. Turizmi burada yapamayacaksak nerede yapacağız? Bu renkleri ışıldayan renkler yapmak, onları değerinde pazarlamak için çaba harcamak. Yani katma değeri yüksek turizm yapmak. Ama oturduğumuz yerden olmuyor bu işler.
Konforlu koltuklarımızı, klimalı odalarımızı bırakıp sahaya çıkmalıyız. Neyimiz var, neyimiz yok onu görmeliyiz. Başka ülkelerde bu işler nasıl oluyor, onları araştırmalıyız. Ağırlamak istediğimiz konukların ilgi alanlarını, bunların bizim sahip olduğumuz değerlerle ne derece örtüştüğünü araştırmalıyız.
Kısaca global görüp, yerel uygulamayız. Çok mu zor? Kolay değil, ama imkansız hiç değil.