Geçtiğimiz hafta tatilimizi geçirdiğimiz Datça’da bol bol daldım; sualtında çok sayıda fotoğraf ve video çektim. İlk günkü dalışımda karşılaştığım 25-30 cm uzunluğunda farklı bir balık, S harfi çizerek tam karşımdan üzerime geldi, kameraya yaklaşınca dalarak bacaklarıma değdi. İrkilip, refleksle paletlerimi çırpınca uzaklaştı. Balığın baş kısmının üst bölümünde elips şeklindeki yapıyı fark edince, önceden deniz kaplumbağalarının altında yüzerken gördüğüm bir vantuz balığı (Echeneis naucrates) olduğunu anladım. İlk kez tek başına yüzerken görüyordum. Yüzmeye devam ettim ve birkaç dakika sonra arkadan bacaklarıma bir şeyin değdiğini hissettim, döndüğümde aynı balıkla karşılaştım. Aynı olay birkaç kez tekrarladı, vantuz balığı panik halinde ve ısrarla, benim yakınımda olmak istiyordu. 10 dakika kadar sonra gördüğüm ve başlangıçta yeşil kaplumbağa (Chedonia midas) sandığım, bir Caretta caretta ve altındaki iri vantuz balığı ise uyum içinde ve sakin sakin yüzüyorlardı.

Çektiğim video ve fotoğrafları izlerken, Netflix’de izlediğim Oscar'lı ‘Ahtapottan öğrendiklerim (My octopus teacher)’ filmi geldi aklıma. Benim de vantuz balıklarından öğrenebileceğim şeyler olabilirdi… Videolarını izlediğim iki vantuz balığı ile empati kurup, davranışlarının neden çok farklı olduğunu anlamaya çalıştım. Panik halinde bana yaklaşmaya çalışan küçük balığın, kendine zarar verebilecek canlılardan korunma stratejisi, deniz kaplumbağası veya köpekbalığı gibi büyük bir deniz canlısının yakınında durup, onu kalkan olarak kullanmaya dayalıydı; tek başınayken savunmasızdı. Panikle bana yaklaşmaya çalışması bundandı. İkinci vantuz balığıysa güvende olduğundan, sakindi.

İkinci gün aynı bölgede daldığımda, yine üzerime doğru gelen muhtemelen aynı vantuz balığına kameramı çevreleyen şeffaf kılıfı uzatarak, “Bana değil, buna değebilirsin” mesajını vermeye çalıştım. Sanırım mesajı aldı, birkaç kez kılıfın ön camına değdi ve bana yapışmaya çalışmadan uzaklaştı. İletişim kurmayı başarmış ve anlaşmıştık.

Üçüncü gün, yakın bir bölgede altlarında birer irice vantuz balığı bulunan iki Caretta caretta ile birlikte uzun süre yüzdük, küçük vantuz balığı da ara sıra iki kaplumbağanın yakınında yüzüyordu, daha sakindi ve bana yaklaşmaya çalışmadı.

Gelelim vantuz balıklarının düşündürdüklerine… İlk karşılaşmamda, bacaklarıma yaklaşmaya çalıştığında, o küçük balığın bana zarar vermeyeceğini bilmeme karşın ürkmüştüm, çünkü böyle bir davranış beklemiyordum. Balığı tanımayan biri, bunu ‘saldırı’ olarak nitelendirebilirdi. İkinci gün empati kurmaya çalıştığımda, kamera kılıfının ön camına değebilmesi üzerinde uzlaşmıştık ve iki taraf da sakindi. Üçüncü gün, bir saldırı anında kalkan olarak kullanabileceği kaplumbağalarını bulan vantuz balığı benden vazgeçmişti. Gördüğüm tüm yeşil kaplumbağa ve Caretta caretta’ların ilk kez bu kadar aç olmaları da çok düşündürücü.

Sahipsiz köpekler konusunu anımsadım; bugün toplumumuz bu konuda ikiye bölünmüş durumda. Sevenler onları korumaya çalışırken, zarar vermesinden korkanlar sokakta bulunmalarından rahatsız. İki taraf birbiri ile empati kurabilse, katliama gerek kalmadan uzlaşmak olası. Öncelikle kısırlaştırmaya, sahiplendirmeye, hayvan barınağı sayı ve kapasitesini arttırmaya hız vermek, ardından saldırgan köpekleri kalıcı olarak hayvan barınağında tutmak ve bekçi köpeği olarak sahiplendirilmelerini sağlamak hedeflenebilir.

‘Sympaty’ adlı çok sevdiğim eski bir şarkı var. 60 kuşağının ruhunu yansıtan parçada, toplumda yeterince sevgi olmadığı ve gereksinim duyduğumuz şeyin ‘sempati’ olduğu anlatılmış. ‘Sympathy’ sözcüğünün ‘başkalarının duygularını anlama’, yani ‘duygudaşlık’ anlamını da taşıdığını ve ‘empati’ ile eşanlamlı olduğunu da öğrendim, bu arada…