Geçen hafta ülkemizin ve Türkiye’nin dört bir yanındaki küçük ve orta büyüklükteki KOBİ’ler dahil iş dünyasına, İstanbul Adliyesi’ne polisler arasında eli cebinde gelen TÜSİAD Başkanı Orhan Turan’ın, savcının odasından sulh ceza mahkemesi odasına iki polis tarafından kollarından tutulmuş olarak götürülmesi damgasını vurdu. Bu olay, Orhan Turan’ın şahsında kendilerine yapılmış bir uyarı olarak algılayan irili ufaklı on binlerce iş insanını endişeye sevk etti. Eleştirenlerin daha ağır muameleye uğrama ihtimali iş insanları nezdinde AK Parti’ye itibar kaybettirdi.
Orhan Turan’ı Türk İş Dünyası Konfederasyonu’ndan (TÜRKONFED) tanırım. “Türkiye’nin Orta Demokrasi Sorunları ve Çözüm Yolu: Yargı, Hesapverirlik ve Temsil Adaleti” isimli kitabımın yönetici özetini “Türkiye’nin İkilemi: Orta Gelir ve Orta Demokrasi Tuzakları” ismiyle yeniden yayınladıktan sonra davet ettiği TÜRKONFED’de, yürütme ve yönetim kurullarında uzunca bir süre birlikte çalıştım. Elazığ’ın bir köyünden okuyarak çıkmış, sıfırdan başladığı iş hayatında sektöründe Türkiye’nin lider şirketini kurma başarısını göstermiş, memleket meselelerini kendine dert edinen bir vatan evladıdır. 30 yılı aşkın bir süredir sivil toplum kuruluşlarında çalışmış, KOBİ’lerin kurumlaşması, dijital ve yeşil dönüşümü, büyümesi ve uluslararası rekabet gücü kazanması için yüzlerce çalışmaya ve etkinliğe liderlik etmiştir. Bir iş insanı değil bir sivil toplum gönüllüsü olarak Türkiye’nin her tarafını adım adım gezmiş, henüz emekleme aşamasındaki iş dünyasına hızla, sağlıklı ve sürdürülebilir büyüme, katma değerli üretim artışı ve verimlilik kazandırmak için ölçülemeyecek derecede gönüllü katkı vermiştir. Dilimize “gönüllü sivil toplum kuruluşu” terimini kazandırmıştır.
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Ömer Aras ile Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan hakkında açılan soruşturmalardan biri “yargı görevi yapanı etkilemeye teşebbüs” diğeri de “dezenformasyon” olarak bilinen “gerçeğe aykırı bilgiyi alenen yaymak.” Ancak, hangi sözlerinin bu iki suçtan soruşturma açmayı gerektirdiği açıklanmadı. Daha önceki konuşmalarını tekrarlayan Orhan Turan’ın manşetlik “suç örgütü kurmak şirket kurmaktan kolay” sözü ya da Ömer Aras’ın konuşmasında değindiği çoğu yargıya ilişkin gelişmelerin “toplumda endişe yarattığına ve güveni sarstığına” dair tespiti, bu soruşturmaların açılmasını haklı mı gösteriyor? Bana göre hayır!
Hâkimler ve savcılar üzerinde bir etkisi ya da nüfuzu olmayanların, eleştirileri ne kadar keskin de olsa yargı görevi yapanları etkileme kapasitesi yoktur. Yargının veya herhangi bir mensubunun işlem ve kararlarının çetelesini tutması mümkün olmayan sivil toplumun, kamuoyuna yansıyan bilgilerden yola çıkarak oluşturacağı kanaatler, isabetsiz veya yanlış olabilirse de bu kanaatleri ortaya koymaları yanlış bilgiyi yaymak değil, yetersiz bilgiyle kanaat oluşturmak olarak değerlendirilebilir.
TÜSİAD’ın 13 Şubat’taki genel kurulunda yapılan bu konuşmalara iktidar tarafından cevap verilmesinden bir gün sonra 14 Şubat günü önce Orhan Turan, daha sonra Ömer Aras hakkında soruşturma açıldığı duyuruldu. Soruşturmalarda Orhan Turan ve Ömer Aras’ın ifadelerinin derhal alınması şart mıydı? Bunun için yazı göndermek, telefon etmek yeterli değil miydi? Polis göndererek adliyeye gelmelerini istemek gerekiyorduysa niçin 14 Şubat’ta değil de 19 Şubat günü, AK Parti TBMM Grup Toplantısı’nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “TÜSİAD haddini aştı” demesinden sonra adreslerine polis gönderilip adliyeye ifadeye getirildiler? Adliyeye yürüyerek gelen, yaşı itibarıyla zıpkın gibi genç polislerin arasından kaçma imkânı olmayan iki iş insanı savcı odasından hâkim odasına neden iki kolundan “yakalanmış” olarak götürüldüler? Bu sorulara mantıklı ve çelişkisiz cevap vermek de niye böyle yapıldığını anlamak da mümkün değil…
Sırf iktidarı eleştirdi diye henüz yargılanmamış, hukuken masum insanları adli işlemler sırasında ezerek terbiye etmek niye?