Fakat anladım ki ben yaz mevsimini değil, yazın dışarıdan gelip buradaki ahengi, uyumu, sükuneti bozanları sevmiyorum.
Bozguncuları... İstilacıları... Doğaya, mimariye, kültüre zerre saygısı olmayanları...
***
Bu yıl Çeşme-Alaçatı'da kalabalık yine insanı çileden çıkaracak kadar ama işletmeler çok mutsuz.
Çünkü etraftaki kuru kalabalık.
Kalitesiz mekanlar açıp ancak kaliteli servis karşılığı para harcayacak müşteri beklemenin nasıl bir aptallık olduğu sanırım bu sene herkes anlamıştır.
Alaçatı'yı elbirliğiyle Kumkapı'ya çevirdiniz tebrik ederim.
Sokaklarda davul zurnalar, ince sazlar... Düğün salonundan beter hali getirilmiş mekanlar... Hepsinin sesi birbirine karışmış. (Yeri geldiğinde ince sazı ben de çok severim ama sokaklarda makam bilmeyenlerin dilinde avaz avaz bağırarak değil. Zaten ince saz öyle bir şey değil!)
Arapça oyun havaları... Kazık kadar insanlar masaların üzerinde terlerini etrafa saça saça göbek atmakta.
Sahi ne çok seviyorsunuz şu Arap müzikli gerdan kıvırmalı eğlenceyi.
Ben çok zorda kalmadıkça burnumu kapıdan dışarı çıkarmadığım için bunları sosyal medya paylaşımlarından takip ediyorum.
Genelde İzmirli yok bu videoları paylaşan.
Çoğunluğu İstanbul'da yaşayanlar.
İstanbullular demiyorum üzerine basa basa.
Yavan, avam eğlence anlayışlarını gittikleri her yere arkalarında sürükleyenler...
Acımadan, bu güzelim kasabayı da yok ettiler.
Gel Eylül... Ne olur bir an önce gel... Sokaklardaki, plajlardaki şu yoz kültür enerjisini bir güzel dağıtalım... Şöyle dokuz ay yine biz bize sessiz, sakin, çöpsüz, trafiksiz, gürültüsüz takılalım.
İkisi de yaz hevesi mi?
Dediğim gibi birkaç arkadaş malum talancıların içine çıkmak istemediğimiz için bütün gün birbirimizin evinde hem kafamızı, arada da birbirimizi dinliyoruz.
Ben aynı zamanda çalışmaya devam ettiğim için, "Bugün ne yazsam?'' krizlerime, sabahtan itibaren onları da ortak ediyorum.
Geçen gün bir tanesi, "Yaz aşklarının mağdurlarını yazsana" dedi ve ekledi: "Sokak köpekleri gibi onlar!"
Bizden kocaman bir 'haydaaaa' gelince de açıkladı. Ve bence haklı...
Çünkü onlar da yazın başında bir hevesle alınan, bütün yaz evin bahçesinde el bebek gül bebek tutulan, sonra yaz bitince de şehre götürülmeyen ve sokağa terk edilen köpecikler gibiler gerçekten...
Ki bunu hepimiz, hayatının bir yazında, illaki yaşamışızdır. Yaz aşkını yani...
Sonra da öylece kalakalmışızdır ıssız bir sokağın ortasında.
Bu sahnenin bazen diğer tarafında da olmuşuzdur belki kim bilir?
Hayat böyle geçmiyor mu zaten? Rolleri sürekli birbirimize devrederek...
Neyse ben arkadaşımın bu benzetmesini sevdim işte. Doğru bir tespit değil mi sizce de?
Trakonyalar şezlonga çıkacak
Bu senede Çeşme yarımadasının korkulu rüyası yine trakonya oldu.
Kendisini kuma gömen ve üzerine basıldığında sırtındaki dikenleriyle insanı zehirleyen bu balık nereden çıktı Allah aşkına bilen var mı?
Çocukluğum bu kıyılarda geçti. Benden önce ailemin de... Kimse bu balığın adını bilmezdi bile.
Son üç-dört yıldır her yaz arkadaşlarımdan birkaç tanesi bu balığın gazabına uğruyor.
Ayak balon gibi, acılar içinde doğru Çeşme Devlet Hastanesi...
Ilıca; Dalyanköy ve Boyalık plajı bu balığa en çok rastlanılan sular.
O kadar sığ suya geliyorlar ki, bir gece kıyıda kocasıyla el ele romantik bir yürüyüş yapmak isteyen arkadaşım geceyi acilde geçirmek zorunda kaldı.
Neredeyse sahile çıkıp şezlonga uzanacak bu arkadaş.
Aman dikkat ayağınıza plastik plaj terliği, ayakkabısı vs. geçirmeden o kuma rahat rahat basmayın derim. Ya da serinlemek için kayalık bölgeleri tercih edin. Balığın zehri kuvvetli, şakası yok!