Sait Faik’in SON KUŞLAR (Varlık Y. 1952) öykü kitabındaki “Haritada Son Nokta” öyküsünü bilmeyen yoktur sanırım. Özellikle de onu açımlayan, özdeyiş gibi usumuza yerleşen “yazmasam deli olacaktım” sözlerini unutmak olanaklı değil.
Anımsayalım o paragrafı:
“Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti?
Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Ada'nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm.
Yazmasam deli olacaktım.”
***
Ah bu Lütfiye Aydın; memleketlim, Anteplim, öykünün güzel ve özel bacısı…
Ne güzel de yakışmış SİNCAN İSTASYONU Dergisinin (Ocak-Şubat 2025, sayı 135) kapağına. Derin bakışlı, anlamlı fotoğrafıyla esenlemiş okurlarını.
Sincan İstasyonu yıllardır ilgiyle, beğeniyle izlediğim bir dergi. Abdülkadir Budak da bir dergi kahramanı. Kayseri’den Ankara’ya uzanan süreçte yazın dergiciliğinin usanmaz savaşımcısı!
***
Derginin bu sayısında da okunacak çok sayıda yazılar, şiirler, anılar, anlatılar, öyküler yer alıyor. İzmir’de yaşayan yazın dostlarım Aslıhan Tüylüoğlu, Hatice Eğilmez Kaya, Halil İbrahim Özbay, Fatma Nişancı, Meral Kutluğ İlsever, Ümit Yıldırım… Ve Lütfiye Aydın. Sincan İstasyonu’nun sayfaları arasından gülümsüyorlar bize.
Aydın’ın fotoğrafının altındaki başlık ise kapsamlı: “Yazmasam yarımdım!”
İlk anda Sait Faik’in sözlerini çağrıştırsa da farklı bir anlatım, yaşam özeti, yazmaya yeniden dönmenin erinci, gönenci… Yaşanmışlıklar bağlamında bizi çok daha ötelere götürtüyor Gaziantep’e, İzmir’e, Ankara’ya, Sivas’a…
Evet, Lütfiye Aydın Sivas Madımak yangınından, kıyımından son anda kurtulanlardan!
“- Trafik kazası geçirdim! diyor. Yalan söylemiyor aslında, çünkü öyle biliyor. Ne Sivas'ı, ne Madımak Oteli'ni, ne de yangını hatırlıyor..
Bir gün odasından katıla katıla ağlama sesi geliyor. Anımsıyor, tüm olup biteni.. Hemen bir daktilo istiyor, yazmak istiyor. Yazarsa belki arkadaşlarını, gencecik çocukları geri getireceğini düşünüyor, oturup yazmaya başlıyor. Sekiz saat sürüyor yazması; yarım sayfa ancak yazabiliyor.
Pes etmiyor, yazmayı bırakmıyor.” (Soner Yalçın, Sözcü Gazetesi, 3 Tem.2019)
***
İyi ki direniyor, yaşama bağlanıyor, sözcüklere tutunuyor, yazının avlusunda gökyüzünün yıldızlarını kucaklıyor, yeniden dönüyor yazma eylemine. Romanlar, öyküler, anılarla…
“Yazmak yetiyor mutlu olmama. Arada ödüllendirilen yarım yüz yıllık kalem serüveninden yarına bir tek kitap, hatta tek öykü bile kalsa, kendimi mutlu sayacağımı bilmenin bilinciyle yazmak çok güzel.”
***
Yazmak; düşünmenin, duymanın, sezmenin, düş tutmanın, kurgunun; ama en önemlisi de yaşama sorumlulukla, bilinçle tutunmanın da adresi.
Büyük bir yangın, kıyım, öldürüm… Buradan büyük yanıklarla sonda ölümde kurtulan bir yazın emekçisinin, Lütfiye Aydın’ın yeniden yaşama ve yazına dönmesi… Düşündükçe alkışın sesi daha da yükseliyor.
“Yaşamın bütün renklerine, çağımın sancılarına, sunduğu bilinmezliklerine karşın, dervişçe bir yazma sürecini sunan hayata teşekkür eder.
Anladım ki yazmak kalem gücüyle, düşle gerçekliği içiçe yoğurup, bilinçlere, yüreklere dokunmayı da unutmadan yine de arıta durulta hayatı yansıtmak. O kadar…”
Evet, yazımın başlığını Lütfiye Aydın’dan ödünç aldım. Ben de diyorum ki ona; senin daha yazacak çok öykülerin, romanların var Lütfiye Aydın…