Kanımca Edebiyat’ın Güzel İzmir’inde, yıllar öncesinden kalan değerli izlerini günümüzde hala sürebildiğimiz büyük usta, Romancı, Öykücü Halit Ziya Uşaklıgil’den sonra, edebiyatın farklı alanlarında kalem oynatan, 2015 yılında İzmir’de hayata veda eden Değerli Tarık Dursun K. da ustalığın zirvesine çıkmış özel bir İzmir anlatıcısıdır. İzmir, eserlerinde kendisini çok iyi bir şekilde anlatan Tarık Dursun K.’yı hiç unutmayacaktır.

Değerli Yazar, Eleştirmen Feridun Andaç’ın, Tarık Dursun K.’yı değerlendiren, 2021 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan “Zamanını Yaratan Anlatıcı” başlıklı çok güzel bir yazısında değindiği gibidir O’nun yazı serüveni; “Anlayan, anlatan biri olarak Tarık Dursun K.’nın edebi yolculuğu, bize çok şey anlatmaktadır. Cumhuriyet Türkiyesi’nin çağdaşlaşma serüveninin kuruluş sürecini yansıtan bir kuşaktandır. Onun kentin taşrasında doğmuş olması, çokkültürlü / kimlikli İzmir’in doğasında beslenmesi; merkez çevre ilişkilerinde biçimlenen duyarlılık alanlarında gezinmesi... “

Feri̇dun Andaç İle

Tarık Dursun K.’nın yaşarken vurguladığı şu cümlesi de yazı sürevininin özetidir sanki; “Kimse kendini, kendi serüvenini anlatmadan bir başkasının serüvenini anlatamaz...”

İşte Tarık Dursun K.’nın en büyük başarısı bu cümlesinde saklı…

Ben Tarık Dursun K.’yı yıllar önce Karşıyaka’daki evinde tanıma onuruna eriştim.

Yeni Asır yıllarımda muhabir olarak çalışırken, bir dönem Tarık Dursun K.’nın yeğeni Halit Kakınç bizim yazı işleri müdürümüzdü. Halit Kakınç amcası gibi çok kıymetli bir isimdi. Hala öyledir. Halit Ağabeyimiz 1970’li yıllarda kurduğu Dönüşüm Grubu ve seslendirdikleri Kiziroğlu adlı şarkıyla, gençliğini müzikle uğraşarak erken yaşta bir ünle taçlandırmış, sonraki yıllarında ise gazetecilik, yazarlık ve akademisyenliğe yönelmişti. Halit Ağabeyimiz ile derinleşen dostluğumuz benim için hayatın en güzel armağanlarından biridir. Halit Kakınç uzun yıllar içinde çok sayıda araştırma inceleme ve dikkat çekici romanlar kaleme alan usta bir gazetecidir. Bir dönemini ise Bilgi Üniversitesi’nin kurucuları arasında yer alarak geçirmiştir. Her zaman iyi bir entelektüel olarak ışığını yaymış ve çevresindekiler için örnek alınacak bir insan, bir yaşam bilgesi olmuştur. İşte O Halit Kakınç sayesinde Tarık Dursun K. Ustayı tanımıştım, çok özel, zarif bir insandı. Yazdıkları gibi anlatırdı, onu dinlerken insan kendisini bir sinema filminin içinde hissederdi. Bugünlerde geç de olsa Tarık Dursun K.’nın “Ben Unutmadan” adlı anılar geçidini okurken, aynı şeyleri hissediyorum.

Dönüşüm

İZMİRLİ BÜYÜK BİR USTA  

Tarık Dursun K. bu kitabında da kendi geçmişi ile bir çeşit hesaplaşma yaşarken; kuşak olarak dönemler boyunca neden ve nelerden etkilenilmişse (şairi, hikâyecisi, romancısı, sinemacısı, tiyatrocusu, dergicisi, yayıncısı, şarkıcısı, gazetecisi ve politikacısı ile) o kişileri şeffaf bir yaşam serüveni içinde, doğrularıyla eğrilerini de göz ardı etmeden, büyük bir içtenlikle aktarıyor. Üstad bir İzmirli yazarın yazarlığının bütün ustalığını kişisel üslubuyla yansıtan Tarık Dursun K. aslında başında kimi isimleri konu ediyormuş gibi yapıp, daima geçmişin İzmir’ini anlatıyor, artık var olmayan bir İzmir’in anılarını…

Yani sonuçta Tarık Dursun K. İzmirsiz, İzmir Tarık Dursun K.’sız anlaşılmaz. Aynı noktada buluştuğumuz Feridun Andaç Usta da, Tarık Dursun’un bu özelliğine değiniyor:

Hüseyin Yurttaş, beni İzmir’den alıp eski Foça’daki Tarık Dursun K.’ya götürmüştü. O üçlü buluşmada sinemayı ve İzmir’i konuşmuştuk daha çok. Yurttaş’ın köyündeki taş evinde soluk almıştık. Baktığımız her yer, konuştuğumuz her söz İzmir’di.

Andığım anlatısında neredeyse ezbere okuduğum şu satırlara dönelim; ‘İzmir, Alsancak değildir, Karşıyaka hiç değildir. Alireis Mahallesi, gerçek İzmir’dir. Tekke’yi geçtin mi, sağdaki ilk çıkmaz sokakta yan yana dört ev vardır. Biri bizimdi o evlerin. İki katlı, bahçeli ve taraçalı. İzmir, geceleyin ışıklar içinde ve ayaklarımızın altındaydı hep.’

Kısaca birlikte Tarık Dursun K.’nın yaşam üyküsüne tekrar bakalım:

Tarık Dursun Kakınç, 26 Mayıs 1931’de İzmir Karşıyaka Bostanlı Mahallesi’nde dünyaya geldi. Babası maliye memuru Mehmet Halit Bey, annesi ise ev hanımı Neriman Ayşe Hanım’dı. Asıl adı Dursun Tarık olan yazar, edebi kimliğini şekillendirirken adının sırasını değiştirerek “Tarık Dursun” ismini kullandı. Onun hikayesi, çocukluğunun zorlu şartlarından itibaren yazarın gelecekteki edebi serüveninin temelini oluşturan bir dayanışma ve kararlılık öyküsüdür. Eğitim hayatına İzmir Dumlupınar İlkokulu’nda başlayan Tarık Dursun, dördüncü sınıfta iken ailesindeki sarsıntılarla yüzleşti. Babası Mehmet Halit Bey’in evi terk etmesi ve annesi Neriman Ayşe Hanım’ın Muzaffer Gögen ile evlenmesi, yazarın çocukluk yıllarını derinden etkiledi. Ankara Necati Bey İlkokulu’nda eğitimini tamamlayan Tarık Dursun, ailesinin çeşitli şehirlerdeki yaşam düzeni nedeniyle ortaöğrenimini tamamlamakta zorlandı. Ancak dışarıdan bitirme sınavlarına girerek 1950 yılında ortaokul diplomasını aldı.

Tarık Dursun K.

OTOBÜS BİLETÇİLİĞİ YAPTI

Geçim sıkıntısı çeken ailesine destek olmak için genç yaşta çeşitli işlerde çalışan Tarık Dursun, seyyar köftecilikten otobüs biletçiliğine kadar pek çok meslekte yer aldı. Bu dönemde hayatın çeşitli yönlerini tanıma fırsatı bulan yazar, ileride eserlerinde bu deneyimlerden faydalanacaktı. 1949’da Anadolu Gazetesi’nde sinema eleştirileri yazmaya başlayan Tarık Dursun, gazetecilik alanında da yeteneklerini sergilemeye başladı.

Son Havadis, Pazar Postası, Yenigün ve Ulus gibi gazetelerde çalıştıktan sonra, 1960’ta Cumhuriyet Ansiklopedisi’nde madde yazarlığı ve Milliyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı.
Tarık Dursun K., 1962 yılında “Aramıza Kan Girdi” adlı polisiye filmiyle sinema yönetmenliğine adım attı. Ardından “Korkusuz Kabadayı” (1963), “Cehennem Arkadaşları” (1964) ve “Kelebekler Çift Uçar” (1964) gibi filmleri yönetti. Sinemanın yanında senaryo yazarlığı ve reji asistanlığı da yapan yazar, bu alandaki yaratıcılığıyla da dikkat çekti.

Tarık Dursun K.’nın edebi kariyeri, 1945 yılında Çocuk Sesi dergisinde yayınlanan “Atmaca’nın Oğlu: Milli Hikâye” adlı eseriyle başladı. Şiirle başlayan yazarlık serüveni, hikâye ve romana evrildi. Hikâyelerinde toplumun kenar mahallelerinde yaşayan işçilerin hayatına odaklanan Tarık Dursun, toplumsal sorunlara estetik bir duyarlılıkla yaklaştı.

1955’te yayınlanan “Hasangiller” adlı hikâye kitabı, onun edebi kimliğini belirleyen ilk eserlerden biriydi. “Güzel Avrat Otu” adlı hikâye kitabıyla Türk Dil Kurumu Hikâye Ödülü’nü (1961), “Yabanın Adamları” ile Sait Faik Hikâye Armağanı’nı (1967) kazandı. Roman alanında ise “Kurşun Ata Ata Biter” adlı eseriyle Orhan Kemal Roman Ödülü’nü (1984) elde etti. Eserleri sinemaya da uyarlanan Tarık Dursun K., edebi üretiminde yalın dili, sinematografik anlatımı ve mekân-insan ilişkisini ustaca yansıtmasıyla öne çıktı. “Haritada Beş Nokta” adlı röportajıyla Gazetecilik Başarı Ödülü’nü (1960), “Ağaçlar Gibi Ayakta” romanıyla Yunus Nadi Roman Ödülü’nü (1991) kazandı. Uzun süre parkinson hastalığıyla mücadele eden Tarık Dursun K., 11 Ağustos 2015’te akciğer yetmezliğinden vefat etti.

Hikâyeden romana, denemeden sinemaya pek çok alanda iz bırakan Tarık Dursun K., edebiyatımızın çok yönlü kalemlerinden biri olarak unutulmazlar arasında yerini aldı.

Tarık Dursun K.’nın cenazesinde bir edebiyatçıya yakışan ironik bir ayrıntı çıktı ortaya. Cenaze töreni sırasında Esin Üçel, ağabeyinin kendisi için hazırladığı mezartaşı yazısını da gösterdi. Tarık Dursun K'nın mezartaşına yazılmasını istediği yazıda şunlar yazılıydı:
 
“Dur ziyaretçi!
Bilmeden önünde durduğun bu mezar,
şöhrete doymamış bir yazara aittir.
Ey vatan gözyaşın dinsin, yetişti Tarık Dursun.
İnanın hayat bir baston ile bir bastonsuza yakışır.
Ölmem ölmem deme. Tarık Dursun bal gibi sen de ölürsün…”

ÖYKÜNÜN SESSİZ GÜCÜ

Edebiyat söz konusu olduğunda çoğu zaman şiir ve roman ilk akla gelen türler olur. Her ikisi de sanatın bu büyülü dünyasında kendine has avantajlara sahiptir. Şiir, sözün büyüsü ve yoğunluğuyla bir araya geldiğinde, müzikalitesini de yanına alarak ön planda yer alır. Dönemlere ve siyasal akımlara damgasını vuran şairlerı kolayca hatırlayabiliriz. Roman ise yazarlara geniş bir hareket alanı sunar, her tür okuyucuya seslenebilir ve ayrıntılı anlatımlarla dikkat çeker. Bu nedenle romancılar da edebiyat sahnesinde genellikle öne çıkar.

Ancak öykü için aynı durumdan söz etmek pek kolay değildir. Öykü, genelde bir geçiş türü olarak görülmüş ve hak ettiği değeri bulmakta zorlanmıştır. İzleyici kitlesi ve okuyucu ilgisi açısından şiir ve romana göre daha mütevazı bir yere sahiptir. Oysa öykü, yoğun bir bilgi, sabır ve sevgi gerektirir. Kısa bir metinle yeni bir dünya yaratmak şiirsel bir maharet ister. Yazınmızda bu alana emek veren yazarlardan biri de Tarık Dursun K.'dır. Yazarımız genelde romanlarıyla tanınan bir isim olsa da öyküleriyle de dikkat çekici bir yazar olarak öne çıkar.

"Denizin Kanı", "Kurşun Ata Ata Biter" ve "Ağaçlar Gibi Ayakta" gibi romanları okuyucular tarafından daha çok bilinirken, "İmbatla Dol Kalbim", "Yabanın Adamları" ve "Sevmek Diye Bir Şey" gibi öyküleri ne yazık ki aynı ölçüte tanınmamaktadır. Bu durum, öykü türünün yazınımız içindeki sessiz ama derin yerini bir kez daha gözler önüne serer. Tarık Dursun K.’nın öykülerinin önemli bir özelliği, yoğunluk ve şiirselliği bir araya getirerek okuyucuyu kısa sürede bambaşka bir dünyaya taşıyabilmesidir. Onun öykülerinde yalın bir anlatım, zengin bir doku ve derin bir duyarlılık bir araya gelir. Tarık Dursun K., bu anlamda öykü türünün hem derin hem de etkileyici olabileceğini kanıtlamıştır. Tarık Dursun K.’nın öykülerindeki en dikkat çekici unsurlardan biri de İzmir’dir. İzmir, onun eserlerinde sadece bir mekân değil, aynı zamanda bir ruh, bir atmosferdir. Eski İzmir’in denize inen sokakları, imbatı, sıcak yaz akşamları, onun öykülerinde canlı birer karakter gibi yer alır. İzmir’in halkı, emekçileri, kenar mahalleleri ve semtlerinin sesi, Tarık Dursun K.’nın kaleminden hayat bulur. Gençlik yıllarında İzmir Belediyesi otobüslerinde biletçilik yapan, şiir yazma tutkusuyla yoğun bir mücadele veren Tarık Dursun, sonunda Orhan Kemal gibi şiirden düzyazıya geçmiştir. Her iki yazarın ortak yanı, emekçilere olan derin bağlılıkları ve hayatın gerçeklerini sanata dökme yetenekleridir. Tarık Dursun K., bu geçmişi ve deneyimleri, öykülerine zengin bir doku olarak işlemiştir.

Tarık Dursun K.’nın eserlerindeki yerel özellikler, evrensel insani duyguları da kapsar. Emekçilerin günlük yaşamları, sevgi, çaba, hayal kırıklıkları ve umutlarla dolu hikâyeleri, her okuyucunun kendine bir parça bulabileceği bir zenginlik sunar. Onun eserlerinde sıcak bir samimiyet, yalın bir anlatım ve derin bir şiirsel estetik bir aradadır.

Sonuç olarak, Tarık Dursun K.’nın öyküleri, hem yazınımız için hem de İzmir’in edebiyat tarihindeki yeri açısından çok önemli bir değerdir. İzmir’in sokaklarından gelen bu sesi, edebiyatın sessiz ama etkili bir gücü olarak öne çıkarmak, onun mirasını daha geniş kitlelere ulaştırmak önemlidir. Tarık Dursun K.’ı anlamak, sadece bir yazarı tanımak değil, aynı zamanda öykünün derin sessizliğini de anlamak demektir. Tarık Dursun K.’yı anlamak aynı zamanda İzmir’i ve İzmir’in efsunlu dünyasını anlamaktır…

Ruhu şad olsun Tarık Dursun K.’nın… Koca İzmirli, Sevgili Karşıyakalı’nın…