Cumhuriyet Gazetesi'nin yazar, çizer ve yöneticileri hakkındaki iddianame 5 ay sonra tamamlandı. Biçim ve içerik tartışmasına girmeden önce bilinmesi gereken iki önemli konu var.
Bunlardan birincisi “iddianame”, diğeri ise “yeterli şüphe...”
Hukuk dilinde iddianame, “ceza yargılamasında, hazırlık soruşturmasının kamu davasının açılması için yeterli düzeye eriştiğinin anlaşılması üzerine savcının dava açtığını bildiren yazılı belge” olarak belirtiliyor.
Yine hukuk dilinde yeterli şüphenin ne olduğu yasal düzeyde bir hukuki açıklık taşımamakla birlikte uygulamada “failin suç teşkil eden fiille ilişkilendirilebilmesini ortalama bir aklın makul ve mantıklı karşılamasına yetecek ölçüde delile ulaşmış olması” şeklinde yorumlanmaktadır.
***
Cumhuriyet Gazetesi'nin çalışanları için düzenlenen iddianame ve ona dayanılarak açılacağı belli olan dava için bu “iki tanım” çok önemli.
Anayasa referandumu için çok kısa süre kalan şu günlerde, düzenlenen bu iddianame referandumda “evet” çıkmasından sonra nasıl günler yaşayacağımızı da göstermektedir. Bu iddianameye bir de geçtiğimiz hafta ilk duruşması yapılan ve “FETÖ'nün basın ayağı” diye nitelendirilen davada, savcının “tahliye” talebinin mahkemece kabul edilmesinin ardından savcı ve hakimlerin “başına gelenleri” de eklemek gerek.
**
Cumhuriyet Gazetesi çalışanları için düzenlenen iddianamenin bugünün “yandaş medyasına” sızdırılmasını, “fitili ateşleyen kibrit” olarak görebiliriz. Ben yine de “sızdırılan” kısmının ötesinde, iddianamenin “tamamını” okumanızı tavsiye ederim. Pek çok internet sitesinde bulunabilecek iddianameyi bütün gece okudum. Bazı yerlerini dönüp “tekrar” okudum. Bazı güvendiğim hukukçulara saatin geç olmasına bakmaksızın sordum.
Yetmedi, tartıştım.
Sonuç şudur:
Bu bir iddianame ise, hukuk devleti gerçekten zorda. Ve artık bir iddianamenin oluşturulması için gerekli görülen “yeterli şüphe” ortalama aklın makul ve mantıklı karşılayabileceği durumda değil.
Birileri gerçekten akıl ve mantığımızla “dalga” geçiyorlar...
***
Tanıklarının bildiğiniz “yandaş” kalemlerden oluşturulduğu böyle bir iddianame içinde, herhangi bir gazetenin “yayın” politikası üzerinde tamamen subjektif, delil yoksunu sonuca varmak, yaşadığımız yüzyılın “demokrasi” tanımı ile bırakın uzlaşmayı, yakınından bile geçemez.
Çok önemli saydığım başka bir noktaya daha değinmeden geçemeyeceğim.
15 Temmuz “başarısız kalkışması”ndan sonra yürütülen bütün soruşturmalar için “yeterli” sayılan ByLock denen elektronik iletişim programı, bu iddianame ile artık başka bir boyuta taşınmıştır.
Bugüne kadar telefonunda ByLock programı “bulundurmak” örgüt üyeliği için tek ve yeterli delil sayılırken, bundan sonra ByLock programı bulunduran kişi ile “görüşmüş” olmak da “yeterli” sayılacaktır.
***
Bildiğimiz ya da kamuoyuna yansıyan kısmıyla, Türkiye'de MİT ve emniyet istihbaratının tespit edebildiği ByLock kullanıcı sayısı 220 bin kişidir.
Herhangi bir ByLock kullanıcısının günde 1 farklı kişi ile telefon yoluyla irtibat kurduğunu varsaysanız, bu rakam bir ayda 1 milyon 540 bin, "bir yılda ise 80 milyon 300 bin” kişiye denk gelir. Bu da ByLock kullanıcısı bir kişinin bir yıl içinde Türkiye'nin nüfusunun tamamını bu mantıkla hazırlanan “iddianame” ile hakim karşısına çıkartır...
İşte “yeterli şüphe” ile hazırlanan Cumhuriyet iddianamesinin özeti budur.
Bu özet aynı zamanda 16 Nisan'da yapılacak Anayasa referandumu sonucunun, Türkiye'yi nereye taşıyacağının da işaret fişeğidir.
***
Evet çıkması durumunda, 17 Nisan sabahı uygulamaya girecek iki maddeden biri Cumhurbaşkanı'na “parti üyeliği” yolunu açmak, ikincisi ise HSYK'nın yeniden yapılandırılmasıdır.
Yeniden oluşturulacak ve adı artık HSK olacak kurumun da “yeterli şüphe” ve “iddianame” konusundaki tutumunu “yaşadıklarımızdan sonra” yazmak bile gereksiz.
Bugün Cumhuriyet Gazetesi'ne verilmek istenen “ayar” aslında 16 Nisan sonrası bütün Türkiye'ye ve Cumhuriyet'in kendisine verilmek istenen ayardır.
“Ortalama aklın, makul ve mantıklı karşılamasına yetecek ölçüde delil” var mı?
Varın onu da siz düşünün gari...