”Yapayalnızım, ama kentin üzerine yürüyen bir ordu gibiyim.” (Bulantı, 1938,Jean-Paul Sartre)

Cezayir Fransa’nın işgali altındadır.
1954 sonbaharıdır.
İşgale karşı başlayan ayaklanmalar giderek bir bağımsızlık savaşına dönüşür.
Neredeyse 8 yıl sürer bu savaş.
Bir buçuk milyon Cezayirli öldürülür.
Charles de Gaulle süreçte Fransa'nın lideridir.
Cezayir sorunu karşısında çaresizliğe düşmüştür. 
Gazeteler üzerine gitmektedir...
Çağdaş Fransız felsefesinin varoluşçuluk ve fenomenoloji alanlarında akla ilk gelen isimlerinden Jean-Paul Sartre da
Paris sokaklarında bu haksız işgali ve de Gaulle'ü kınayan bildiriler dağıtmaktadır.
Protesto gösterilerinde başı hep Sartre çekmektedir.

0D1C1135 84E7 48Dc 8992 B5950B4C3Be8

**

Sartre “işgal karşıtı” olduğu için adeta lânetlidir.
Fransa Hükümeti, Sartre'dan müthiş rahatsızdır.
Tutuklanmasını öneren bazı yöneticiler mevcuttur, de Gaulle'e bunu dillendirirler de.
Bazıları ileri gidip kurşuna dizilmesini bile ister...
Charles de Gaulle şiddetle reddeder öneriyi.
Ve tarihe geçecek o ünlü sözünü söyler; 
"Sartre, c’est aussi la France’  – Sartre, Fransa’nın ta kendisidir.” 

98Db2E67 D2B9 4E49 B7B6 Aa769B8B5D58

**

de Gaulle bu durumu daha sonra bir mektupla soran vatandaşına şöyle açıklar;
"Böyle bir şey bütün dünyanın gözünde Fransa’nın saygınlığını büyütür.
Daha önce ifade etme fırsatım oldu:
Kendi dönemlerinde Villon, Voltaire ve Romain Rolland’ın da yaptığı gibi Sartre da yönetimleri rahatsız etti, ama devlet yasalarına uymak ve ulusun bütünlüğü ile çatışmamak koşuluyla aydınların düşünce ve düşünceyi ifade özgürlüğüne saygılı olmak zorunludur.
Sonuç olarak, benimle olan ilişkileri sizi ilgilendirdiği anlaşılan filozofa karşı duygularımın kapsamını ayrıntılı olarak açıklamaksızın, size kısaca şunu söylemek istiyorum:
Başkanı olduğu Stockholm Mahkemesi hakkında bana yazdığı ilk mektuba cevap verirken de kendisine 'Değerli Üstadım' diye hitap etmiştim.
Bu onun hoşuna gitmedi."

7Af9C4A9 6555 4440 A98B Ca41A92A48Ba

**

Jean Paul Sartre, o günleri şöyle anlatır;
“Ün ve saygınlık zevk vermiyordu bana.
O kadar çok küfür ve iftirayla çevrelenmiştim ki tedirgin oluyordum…
Başlangıçta bu tutum, nefrete dönüşmüştü.
Nefretten etkilendim mi? Hayır, artık etkiliyemiyor.
Yaşıtlarım benden nefret ediyordur.
Ne var ki gençlerle aram iyiydi.
Birbirimizi anlıyorduk.” 
Sartre asla kişiliğinden ödün vermedi.
Ona göre, "dünyanın bilgisine sahip olmak demek, dünyaya sahip olmak" demekti.
O hep çevresine şunu demiştir;
"Hayatımla ilgili olarak bildiğim her şeyi, kitaplardan öğrendim gibime geliyor."

**

Hep takdir edilen saygıyla anılan bir muhalif yazar ve filozof olarak kaldı Sartre.
Fransa’nın en büyük devlet nişanı olan “Legion d’honneur” verildi, elinin tersiyle itti.
1964’te Nobel’e layık görüldü. İşte tepkisi: 
“Bu ödülü bana teklif etme fikri, kapitalistlerin benden intikam alma isteğinden başka bir şey değil”. 
Nobel de gerisin geriye tabii...

**

Sartre...
Kişi özgürlüğünü savunan sadece bir aydın değildir.  Özgün entelektüel tanımının vücut bulmuş halidir.
O kitaplarında edebi ve politik sorunları konu almıştır.
“Sivri bir hicivcidir tartışmacıdır da” edebiyat eleştirmenlerine göre.
1956’da yayımlanan bir makalede Sartre şöyle tarif ediliyordu:
“Cüce gibi gözüken bu bilgenin zihninin, kalın çerçeveli gözlüklerin, kızgın gözlerin, geniş ve şehvetli ağzıyla etten yüz maskesinin ardında, yüzyılımızın belirleyici düşünsel savaşı; mikrokozmik bir biçimde verilir.”

**

Sorbonne’da felsefe okurken de bir başka Fransız "edebiyat ve düşünce devi" sıkı feminist sosyalist Simone de Beauvoir ile tanışmış, bu ilişkisi 51 yıl sürmüştü Sarte’ın.
Birbirlerine yazdıkları mektuplar pek ünlüdür.
Simone, “Kitaplarım, ödüllerim ve kadın hareketinde rolüm ne olursa olsun hayattaki en büyük başarım; Sartre ile beraber olmaktı” demiştir verdiği bir röportajda.
Çift; devlet toplum veya aile gibi kavramları reddediyordu.
Onlara göre kişi, kaderini kendisi belirlemeliydi..
 
**

Bugün 45.ölüm yıldönümü. 
Sartre'ı; ünlü sözlerinden biriyle analım;
"İnsan özgür olmaya mahkûmdur, zorunludur!"