Atatürk, hep yaptıklarının, yazdıklarının ve söylediklerinin arkasındadır.
Onu yaptıkları ile ele almak gerekir.
Atatürk bugün sağ olsaydı, iç ve dış politikada, kalkınmada ne yapardı diye onu tartışmalarımız arasına almamız doğru değildir.
Atatürk bize akıldan başka, bilimden başka bir yol gösterici bırakmamıştır.
Akıl hürriyetini sınırlayıcı, eğitim ve hukuk birliği ile laikliği sarsıcı her şey Atatürk ilkelerine ihanettir.
Ne yazık ki bu ihanetler Atatürk öldüğünden beri süregelmiştir.
Falih Fıfkı Atay, Atatürk hakkında şöyle demiştir: "Bir lider bulduk. Bu milleti ölümden kurtarma şerefinin bütün ağırlığını terazinin bir kefesine koyarak hiç kimsenin yapamayacaklarını yaptı. Biz, ondan sonrakiler, herkesin yapabileceği tamamlama işlerini yapamadık.”
Ben de şöyle söyleyeyim: Medeni Kanun’dan vazgeçebilir miyiz? Hayır! Sola yazıyı sağa çevirebilir miyiz? Hayır! Toplum içinde toplum, birbirine karşı, birbirine kinli ve dargın iki toplum olarak kalabilir miyiz? Hayır! Ya ne yaparız? Ya bir diktatör gelir, yıllarca başımızı ezerek, hürriyetlerimizi yok ederek bizi tepeler; yahut siyasi partiler bir prensipler birliği kurarak, hürriyet şartları içinde Atatürk sonrası şaşkınlığa bir son verir. Toplum olarak biz ikincinin olmasını istiyoruz. Birlik ve beraberlik içinde, Cumhuriyet rejiminin sürdürülmesini istiyoruz. Bu ülkede öncelikle adalet istiyoruz. Bakın Hz.Ali'ye sormuşlar: "Devletin dini var mı?"
Cevap: "Devletin dini adalettir. Adaleti olmayan devlet zaten dinsizdir. Eşitlik, özgürlük gibi değerlerden türeyen adalet, toplumun olmazsa olmazıdır."
Ne yazık ki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün aramızdan ayrılmasından sonra ülkemizde başta adalet olmak üzere, ekonomi, eğitim, savunma, kültür ve diğer konularda bağımsız ve ulusal politikalardan geri dönüşler ve sapmalar başlatılmış ve hâlâ sürdürülmektedir.
Ulusal politikalardan sapmalar ile karşı devrim süreci iktidarlarca sürdürülegelmiştir. Tarihin sayfalarını geriye doğru çevirirsek, Türkiye'nin başına nasıl çorap örüldüğünü ve bu çorabın başımıza nasıl geçirildiğini şimdi daha iyi anlarız.
1949 yılında Türkiye ve ABD arasında imzalanan Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki İşbirliği Anlaşması bakın neler getiriyor?
Türk Milli Eğitimi'ni ABD denetimine bırakan süreç bundan 71 yıl önce imzalanmış. Lozan'ın kazanımlarını yırtıp atan bu anlaşmadan hangimizin haberi var?
Türkiye'de eğitimin dinselleştirilmesi yani dinsel eğitim bu anlaşmanın sonucunda başlatılmıştır. Bu anlaşma gereği eğitimin birliği ilkesi yok edilmiş, ulustan ümmete yeniden dönmek planlanmıştır. Eğitimi dinsel bir eksene çekerseniz, çağdaşlıktan, özgürlüklerden uzaklaşırsınız.
Adalet kavramını yok edersiniz. Adaletin küçüldüğü ülkelerde büyük olan artık suçlulardır. Bugün ne yazık ki siyasetle adalet birbirine karışmış durumda.
Siyasetle adalet birbirine karıştırıldığı zaman, bundan sadece tehlikeli adalet çıkar. Tehlikeli adalet hukuku yok eder. Tehlikeli adalet bir çılgınlıktır.
Nerede duracağı; kimi, neyi yakıp yıkacağı belli olmaz.
Günü gelir yapanı da vurur. Unutulmasın ki hukukun üstünlüğünün yok edildiği ülkelerde insan insanın kurdu olur. Adaletin yok olduğu yerde sevgisizlik baş gösterir.
Toplum kutuplaşır, ırkçılık hortlar, kin ve nefret duyguları ulusal birliğimizi, dirliğimizi bozar ve yok eder. Bunların olmaması için adaletli bir yaşama, Atatürk'ün öngördüğü ulusal ve çağdaş politikalara dört elle sarılmalıyız.