Hani nikah memurunun önüne oturan gençlere, “İyi günde, kötü günde , hastalıkta ve sağlıkta ….’ yı eşin olarak kabul ediyor musun?” sorusu var ya! Hani “Eveeett!” diye bağırdığımız o an var ya! İnanıyorum ki şu satırları okuyan sizler de o anı yaşıyorsunuzdur…
Galiba bizim gazetecilik mesleğine başlarken yaşadığımız “duygusal patlama” da işte böyle bir şey!
Futbolcusundan, atletine, tenisçisine kadar yerel ve milli oyuncusu bol olan İzmir Namık Kemal Lisesi’nde okurken (1956 -57) Ege Ekspres Gazetesi’nde spor muhabirliğine başladığım günden bu yana Yeni Asır ve Tercüman’da hatta şu an bile hep bu kutsal akde sadık kaldım. İyi günüm, kötü günüm, hatta beş para almadan çalıştığım günler de oldu; ama “gıkım” çıkmadı ! Yani O “Eveeett” var ya!
Mutsuz muyum?
Yok canım! Aksine, sevdiğim işi yapmanın, hatta başarılarla, ödüllerle dolu meslek hayatım için yaptığım “akıl ile vicdan” arasındaki muhasebeye asla “cüzdan” maddesini (!) karıştırmadım…
Nitekim, kısa bir süre önce geçirdiğim birkaç tıbbi operasyondan talihli bir kişi olarak çıkıp hayata eskisi gibi bağlanmamın tek açıklaması da bu olsa gerek! diye düşünüyorum…
Öyle ya; aldığım sayısız “Geçmiş olsun” mesajları da beni geçmişimle övünmeye kadar götürdü…
Nitekim Kemalpaşa’ dan bana devamlı mesaj atan değerli dostum, Mustafa Derici “Üstadım, 3-S’li yazılarına (Spor, sanat, siyaset) 4’ncü S’i de (sağlık) eklersin” diyor…
İşte “hastalıkta ve sağlıkta” diye söze başladım bile…
***
Geçirdiğim ameliyat acılarımı atmadan şu günlerde aldığım ölüm haberleri de beni çok etkiledi. Son olarakspor ve tıp dünyamızın sevilen ismi, benim de dostum İzmirspor camiasının Dr. Sadettin Yağdıran ağabeyini kaybetmek gerçekten çok acı!
Ardından Altay’ın eski başkanlarından yurtiçi ve dışında birlikte olduğumuz değerli Ali Mütevellioğlu dostumun değerli oğlu, değerli kardeşim Mehmet Mütevellioğlu’nun evlat acısı yaşaması beni bu “tarifsiz acılara” sürükledi. Evet dedesinin adı ile Altay camiasının da çok sevdiği torun Ali Mütevellioğu’nu da maalesef sonsuzluğa uğurladık. Bazı meslektaşlarımın anne- baba acılarını da derinden yaşadım.. Hastanelerde yatan eş, dost, yakınlarımızın da Allah şifalarını versin…
Belki de bana bu yazımın “Akıl, vicdan, cüzdan” başlığını attıran da bu acılardı!
Tolstoy’ un şu sözü yaşadığımız bu acılar sarmalında insanı, insanlığı çok iyi anlatıyor:
“Acı duyabiliyorsan canlısın. Başkasının acısını duyabiliyorsan insansın.”
Ve ünlü Şair Nazım Hikmet de der k; “Eğer bir gün; aklın ile vicdanın arasında kalırsan vicdanını seç!”
Şair bunu nedenini de şöyle açıklıyor: “Çünkü aklın çıkarlarını korur. Vicdanın ise insanlığını.”
***
Aslına bakarsanız konuya “Akıl-kalp-vicdan” üçgeninde yaklaşmak mümkün. Araştırma-inceleme eserleri bulunan yazar Mine Demir Eser çocuklarınıza, “Vicdanı aşılayın” diyor ve ekliyor: “Onlara vicdan aşılayın! Gerisini onlara bırakın, vicdan pusulası onları gidecekleri en hakiki yöne gönderecektir!”
Yazar, “Akıl-kalp-vicdan” üçgeninde konumuzu ayrılıklar olmasına rağmen şöyle toparlıyor:
-
Akıl olmadan herhangi bir bilgiye, duyuya ulaşmak, imkansızdır. Yani nesneler herhangi bir şey ifade etmeyecektir.
-
Kalp olmadan olaylar ve olgular arasında bir bağ kurmak, anlam yüklemek imkansız olacaktır!
-
Vicdan olmadan da doğruyu, yanlışı ayırt edemeyecektik! Çünkü vicdan “Olması gerekeni” fısıldar insanın kulağına; yani doğal mahkemedir!
Sonuç: Akıl kanun yapar ve uygulatır. Gönül uyarlar, vicdan da yargılar.