Başlıktaki tümceyi, normal, makul ve anlaşılır bir ülkede hakaret ya da küçümseme amaçlı kullandığınızda, profesyonel destek almaya götürürler. Ama bizim gibi ülkelerde, size değil hakaret ettiğiniz insana bakıp, hep birlikte gülerler. “Felsefe yapma!”, “Edebiyat yapma!”, “Lügat karıştırma!” gibi tümcelerle birlikte, bilimi, sanatı, düşünceyi 'aşağılama repertuvarı'mız hayli geniştir. Bu durum en çok sanattan, düşünceden, bilimden korkanların hoşuna gider. Çünkü artık yasayla, yaptırımla, kokutmayla uğraşmaya gerek yoktur. Amaca ulaşılmış, korku ve düşmanlık özlediği iklime kavuşmuştur. Düşünenin, yazanın, araştıranın başına gelebilecek en büyük kötülük tamamlanmış ve hazin son gelmiştir: Yalnızlaştırılma, ötekileştirilme, yabancılaştırılma… Günlük yaşamında otuz sözcükle idare edenler coğrafyasında düşünene, araştırana, yazıp çizene neden gereksinim duysun ki?

***

Bu sonuca ulaşmak için neler yapılmadı ki? 12 Eylül ve sonrasının haberlerini, suç aleti olarak dakikalarca gösterilen kitapları, daktiloları, kalemleri anımsıyor musunuz? Düşündüğü, araştırdığı, yazdığı, söylediği için, bu ülkenin beyni olmayı seve seve kabul ettikleri için hapsedilen, katledilen, işkenceden geçirilen kaç değerin adını sayabilirsiniz? Bugün bizim yaşamın her alanında olduğu gibi, kültür ve sanat alanındaki kuraklığın, verimsizliğin, çölleşmenin gerekçesi sizce nedir?

Hiç unutmuyorum, geçmişte işçi arkadaşlarımla bir oyun sahnelemiş, başkente davet edilmiştik. Arkadaşlarımın bulundukları sendikanın merkezine de bir ziyaret gerçekleştirdik. Merak edip sormuştum: “Toplu sözleşmelerde giyecek, yiyecek, barınma giderlerini sıralıyor, ücret talebinizi oluşturuyorsunuz. Bu maddeler arasında bir emekçi ile ailesinin yıllık dergi kitap, sinema, tiyatro, opera ve bale gibi harcamaları yer alıyor mu?”

Aldığım yanıt mealen şuydu: “Hocam bu konuda bize bir madde yazar mısınız?”

Verdiğim yanıt da şuydu: “Ben bu işi seve seve yaparım. Ama bu şimdi aklınıza geldiyse, size düşen de üzüm üzüm üzülmek olmalı.”

Sonra bir zamanların sendika dergilerinde kültür sanatın ne oranda yer aldığını, düzenledikleri sanat buluşmalarını, yarışmalarını anımsattım. Bu ülkenin sınıf ve sendika mücadele tarihinde bir “işçi tiyatrosu” kavramı olduğunu, günümüz sendika yöneticilerine sorsak, acaba kaçından dişe dokunur bir yanıt alabiliriz?

Demek istediğim şudur: Kültür ve sanat bir coğrafyada, talep edildiği, eksikliğinin bir gelişmemişlik göstergesi olduğunun bilindiği, çağdaş bir toplumun ancak ve ancak düşünsel-estetik algısı gelişmiş bireyleri ile oluşabileceği unutulmadığı için gelişir, yaygınlaşır. Kültür ve sanat tarihine değerler, yeni yönelişler, kavramlar ancak böylesi ülkeler sayesinde kazandırılır. Soyut, temelsiz, samimiyetsiz “kitap oku” öğütleri gibi saçmalıkların yaşamda karşılığı yoktur. Senin elinde bir kitap görmeyen, üç kitaplık bir kütüphaneden bile yoksun bir evde doğan, büyüğünü ya da öğretmenini bir kerecik olsun kitap okurken görmeyen bir çocuğun, bu öğüde uymayı bir tarafa bırakın, ciddiye alması olası mıdır?

***

Şimdi kalkıp, “İnsanlar ekmek bulamıyor, ne kitabı, ne sanatı?” kolaycılığına sığınmayalım. Bu yaklaşım, insanı yalnızca işkembeden ibaret saymaktır. Oysa insan kendini, çevresini, dünyayı ve nihayet yaşamı, kafasının gelişmişliği oranında algılayabilir, kavrayabilir, düzenleyebilir ve nihayet değiştirebilir. Bunu en iyi bilenler sanattan, bilimden, düşünceden korkanlar ve şeytanileştirenlerdir. Çünkü bu bilme güdüsünü besleyen, sorgulanma ve ikbal yitirme korkusudur. TBMM’de Köy Enstitüleri'ni aşağılamak ve kapatmak isteyenlerin, “Bu okullardan yetişenler, kendilerini Atatürk gibi görüyor” höykürmelerine, Hasan Ali Yücel ne karşılık vermişti: “O çocukların her birinin Atatürk olması beklenir!” Ama cehaletin olup biteni süzme, anlama ve algılama yeteneği yoktur. Demokrasiyi yalnızca parmak indirip, parmak kaldırma olarak görenler, işte bu yüzden o bilim ve yaşam okullarını kapattılar. Tıpkı demokrasiyi yalnızca oy vermek olarak sananların, onları seçmesi gibi yürüdü ve yürümekte...

Aslında yeni tiyatro mevsiminin başlangıcını selamlamak için başladım yazıya. Bari sonu öyle gelsin: inadına artistlik yapın, artistlerinizi sevin, koruyun, kollayın. Mutlaka kazanacağız. Üreteniyle paylaşanıyla, başarılı bir tiyatro mevsimi dilerim.