Sahnede birbirini izleyen tutku öyküleri… Her sahnenin sonunda kahramanlardan biri, bir sonraki sahnedeki ilişkinin öznesi olur. Ve, döngü devam eder… Tarih boyunca değişmeyen, eskimeyen bir tutku zinciri… Kadın – erkek ilişkisine ve cinsel ahlaka değgin bu cesur bakışın sahibi, Avusturyalı yazar Arthur Schnitzler. Dönemin muhafazakar toplumsal yapısını göz ardı eden “Reigen” (Dans halkası/Ront) adlı oyununu 1897 yılında kaleme almış. Freud’la arkadaş olan ve ondan çokça etkilenen Schnitzler, cinselliği sınıf ilişkileri bağlamında ele alarak, çağının ötesinde bir bakışla yansıtmış. Yazdığı oyununda, fahişe, asker, aristokrat, hizmetçi gibi karakterler aracılığı ile toplumdaki yozlaşmaya ve ikiyüzlülüğe işaret etmiş. Yazarın doktor olması ve frengi hastalığı üzerinde çalışmasının oyuna kaynaklık etmesi güçlü bir olasılık. “Reigen” 1920’de Berlin’in küçük bir tiyatrosunda sahnelenir sahnelenmez, Prusya Kültür Bakanlığınca yasaklanır. 1921’de Viyana’da sahnelendiğinde de, tiyatro saldırıya uğrar. Yazarın Yahudi olması durumu daha da vahim kılar.
Yapıtın üne kavuşması, 1950 yılında, ünlü Fransız yönetmen Max Ophüls’ün yönettiği “La Ronde” (Atlıkarınca) filmi aracılığıyla olmuş. Oyunun kışkırtıcı (provakatif) içeriğinin, Fransız toplumuna hiç de yabancı olmaması bir yana, Simone Signoret, Danielle Darrieux, Gerard Philippe gibi değerli oyuncularının performansı, usta işi kurgusu ve Anton Walbrook’un canlandırdığı anlatıcı aracılığı ile seyirciye doğrudan seslenen epik bir anlatının öncülerinden biri olması, “La Ronde”u Fransız sinemasının başyapıtlarından biri yapmaya yetmiş. Oyun, başka uyarlamalara da kaynaklık etmiş. 1964 yılında Roger Vadim’in yönettiği ve kadrosunda birkaç gün önce kaybettiğimiz Anna Karina, Jane Fonda, Jean-Claude Brialy, Maurice Ronet gibi usta oyuncular barındıran “La Ronde”, Ophüls’ün filmi kadar beğenilmese de, önemli bir gişe başarısı kazanmış.
Sahne uyarlamaları arasında, ünlü İngiliz yazar-yönetmen David Hare’in yaptığı ve başrolünde Nicole Kidman’ı oynattığı 1998 tarihli “The Blue Room” (Mavi Oda) öne çıkıyor. On oyuncu yerine iki oyuncuyla yetinen Hare’in uyarlaması, “Mavi” adıyla Meltem Cumbul rejisiyle –ama ilk yapıttaki gibi on oyuncu ile- ülkemizde de sahnelenmişti. Kidman deyince, büyük yönetmen Stanley Kubrick’in “Eyes Wide Shot” (‘Gözleri Tamamen Kapalı’ diye oynadı ülkemizde ama ‘Gözleri Faltaşı Gibi Kapalı’ dense daha iyi olurdu sanki) filminin de, Arthur Schnitzler’in “Traumnovelle” (Rüya Roman) yapıtından uyarlandığını anımsatmakta yarar var.
Cinsel tutkunun gizemleri üstüne bir oyuna, günümüzde yeni bir yorumla yaklaşılması, ilişkilerde kullanılanın, sömürülenin kadın olduğu gerçeğinin vurgulanması kaçınılmazdı. İzmir’in en önemli bağımsız tiyatrolarından biri olan ‘Öteki Beriki Tiyatro’ yapımı “Atlıkarınca Hikayeleri” tam da bunu yapıyor. Haluk Işık’ın güzel Türkçesi ile yaptığı uyarlama tek bir oyuncu üzerinde odaklanmış. Tüm oyun kişilerini canlandıran Yasemin Şimşek Tüzün, sahneden sahneye geçerken anlatıcı rolünü de üsleniyor. Performansı, sahne hakimiyeti nice ünlü oyuncuyu kıskandıracak düzeyde. Schnitzler’in kukla kadınları onun bedeninde güçlü kadınlara dönüşüyor. Yönetmen Yılmaz Tüzün, kadının çağlar boyu hiç değişmeyen yazgısını, günümüz kadınının bakış açısından anlatırken, asıl ‘tutsak’ın erkek olduğunu gösteriyor. Bir atlıkarıncayı anımsatan dekor parçasının içine hapsolmuş çıplak ve maskeli bir erkek… Yılmaz Işık’ın oyun süresince tek bir sözcük bile kullanmadan canlandırdığı erkek, her öyküde kadın tarafından giydirilerek yeni bir kimliğe büründürülüyor. Oyunu bugüne taşımayan, yazıldığı gibi, 1890’lar Viyana’sında bırakan Işık-Tüzün ikilisinin bunu bir yabancılaştırma ögesi olarak kullanması doğruydu. Oyunu bir akıl hastanesinde başlatıp bitirmeleri ise, oyunun döngüsel yapısına uygun, ama yoruma hizmet etmeyen bir tercihti bana göre. Haldun Taner’in “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım”ını anımsatan bu tercih yerine, finalde kadının çığlığını günümüze, bir kent meydanına taşısalar nasıl olurdu diye düşünmeden edemedim… Yeni mevsimin bu güzel sürprizini TAKSAV’ın 8. Uluslararası Tiyatro Festivali’nde izledim. Mevsim boyunca Konak’ta Nazım Hikmet Sahnesi’nde ve başka sahnelerde izleme şansınız olan bu oyunu kaçırmamanızı önerirken, TAKSAV’ın Festivali’nde izlediğim diğer oyunları bir başka yazıda ele almayı vaat ederek noktalayalım.