“Eeey iktidar... İktidar olduğunuz günden itibaren benimle uğraştınız. Ben size ne kötülük yaptım? İhalelerinize girip de bölüşmemiz gereken parayı mı ödemedim? Vergimi mi ödemedim? Askerden mi kaçtım? Vatandaş olarak hangi görevimi yerine getirmedim? Siz neden benimle hep kötü geçindiniz? (…) Mahkeme mahkeme 20 yıl dolaştırdınız beni. Açmadığınız dava kalmadı. Okulumu kundaklattınız. Yurtdışına çıkıp hasta kızımı görmemi engellediniz. Hiçbir televizyon kanalına çıkarmadınız. Yıllarca emek verdiğim TRT bana yasak koydu. Adımı ve resmimi bulmacalardan çıkardınız. İzmir’de, Bursa’da okullarımı kapattırdınız. Beyoğlu’ndaki okulumu mühürlettiniz. Bakırköy’deki okuluma ruhsat vermediniz. Kala kala bir tek eski okuluma kaldım. Evime polis yolladınız, o adliye senin, bu adliye benim onlarla birlikte dolaştık durduk. Maliye Bakanı Nebati’ye şaka yazısı yazdım diye müfettiş gönderdiniz. Daha çok derdim var ama kısacası hayatımdan 20 yılı yiyip bitirdiniz. Sonunda halk size dedi ki, 'Belki sizin 20 milyon oyunuz var ama bu adamın da 50 milyon seyircisi var.'
Beni size yedirmediler. Zaten midenize otururdum, bunu siz de biliyorsunuz. Ben bir mizah sanatçısı, oyuncuyum. Kenan Evren devrinde bile bu kadar ağır baskı görmedim ben. Bir kitabımdan dolayı içeri attılar, ilk duruşmamda yargılanıp çıktım. Bana o devirleri bile arattınız.”
xxxx
“İstanbul Üniversitesi Slav Dilleri ve Edebiyatları kürsüsü başkanı olarak emekliliğinden sonra Rus Dili ve Edebiyatı profesörü olarak birkaç yıl Beykent Üniversitesi’nde görev yaptım. Sözleşmelerimizin gerekçe gösterilmeksizin uzatılmamasıyla, akademisyen arkadaşlarla bu üniversiteden ayrıldık. Yaklaşık 11 yıl önce, Aydın Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu Rusça Mütercim Tercümanlık Bölümü’nde kürsü başkanı olarak göreve başladım. Bu süre içinde hiçbir baskı görmeksizin, görevimle ilgili olarak herhangi bir eleştiriyle karşılaşmaksızın görevimi sürdürdüm. Tersine üniversitemle her zaman karşılıklı bir sevgi ve saygı ilişkisi içinde olduk. Bugün de kendi payıma aynı duygular içindeyim.
Üniversite yönetiminin de benimle ilgili olarak benzer duygular taşıdığını biliyorum. Öğretim üyeliği ya da herhangi bir görev hiç kuşkusuz sonsuza kadar devam etmez. Fakat üniversitemizden ayrılışımın kendi isteğim ve irademle olmasını dilerdim. Tahminim büyük olasılıkla, mayıs ayında son iki kitabımla ilgili bir toplantıda siyasi iktidar konusunda ağır eleştirilerimin ve yanı sıra da Sadat adlı bir kuruluş adına yapılan 'silahla aldığımızı sandıkta vermeyiz' açıklamasına sosyal medyada karşılık vermemin söz konusu siyasal iktidarda tepkiye neden olduğu ve bu tepkinin üniversite yönetimine yansıtılmış olması, bir olasılıkla da üniversite yönetiminin içinde bulunduğumuz koşullarda böyle bir kaygıya kapılmış olmasıdır.
(…) Gönül kırıklığıma rağmen, beni bunca zaman bağrına basmış Aydın Üniversitesi’nin bütün çalışanlarına derin ve samimi sevgi ve saygılarımı sunuyorum.”
xxxx
Yazının ilk bölümü usta tiyatro sanatçısı ve mizahçı Müjdat Gezen’e, ikinci bölümü ise evrensel şairimiz, yazar, çevirmen ve akademisyen Ataol Behramoğlu’na ait. Gezen ve Behramoğlu’nun Cumhuriyet’te birer gün ara ile yazdıkları yazılarındandır özet alıntılar.
Türkiye’de, 'eski'sinde de, 'yeni'sinde de, iktidarlar muhalif gazetecileri, yazarları, sanatçıları, dik duruşlu aydınları sevmez! Baskı her zaman vardır. Temel hak ve özgürlükler hürriyeti hep engellenir. Aydınlar… 20'nci yüzyılın en etkili düşünürlerinden Jean-Paul Sartre’a göre; “Aydın, kendisini ilgilendirmeyen şeylere dahi burnunu sokan, insan ve toplum adına kabullenilmiş gerçeklerin ve bundan kaynaklanan davranışların tümünü sorgulama iddiası taşıyandır. İşlevi budur. Onu kimse istemez!”
Aydınlar, her durumda ve koşulda toplumu aydınlatmayı, insanlara doğruyu, gerçeği göstermeyi ve ısrarı üstlenenlerdir. Aydınların sorumluluğu, derindir. Tabii bu tanımımız, omurgalı aydınlar için…
xxxx
Müjdat Gezen, 79 yaşında. Ataol Behramoğlu, 2x40 (öyle ister yaşının yazılmasını). Şu koyu bir karanlık, hukuksuzluk, haksızlık, adaletsizlik, çürüme günlerinde itibarsızlaştırılmaya çalışılmış aydınlarımızdır. Mağduriyetleri vardır. Zindanı, baskıyı dayatmayı hep yaşamışlardır. Adliyeler, komşu kapısı gibidir onlara. Bütün iktidarlar onlardan sakınmıştır.
Ama asla ödün vermemişler, aydın kimliklerini, ilkelerini, çizgilerini, varlıklarını -özenle- korumuşlardır hep. Müjdat Gezen ve Ataol Behramoğlu, bizim en kıymetlilerimizdendir.
Bu yazı, Rıfat Ilgaz Usta’nın çok sevdiğim “Aydın mısın?” şiirinden dizelerle sonlansın:
“Kaldır başını kan uykulardan/ Böyle yürek böyle atar damar/ Atmaz olsun/ Ses ol, ışık ol, yumruk ol(…)Yollar kesilmiş alanlar sarılmış/ Tel örgüler çevirmiş yöreni/ Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende/ Benden geçti mi demek istiyorsun/ Aç kolunu iki yanına/ korkuluk ol…”