43 kişinin hayatını kaybettiği Amasra maden faciasında haklarını arayan madenciler: Yüzde 90 oranında yandıktan sonra artık üşümüyoruz, sadece adalet istiyoruz
"Bu bölgede maden işçisi olmadan yaşayamayız. Ne var ki, bizi yaşatmıyorlar. Bunların bedelini kim ödeyecek? Ölümden döndük. 5 buçuk ay yoğun bakımda kaldım. Hayattan kopardılar bizi. İçerdekiler bizi bu hale getirdiler. Şimdi onların kurtuluşunu mu izleyeceğiz?"
Adalet arayan Themis'in izinde...
Mahkeme için sıra sıra sandalyelerle duruşma salonuna çevrilen Bartın adliyesinin giriş koridorundaki yüzlere bakınca, maden şehirlerinin insanlarına has, “umutsuzluğun fotoğrafı”nı gördüm o an yine.
Başımı yukarıya kaldırdığımda da üstümüze gerilen ip filenin dayanılmaz ağırlığını hissettim.
Duruşmayı izleyenlerden fazla güvenlik görevlilerinin varlığı ise başka bir yönüydü işin.
Umutsuzluğun ve sıkışıp kalmanın baskısıyla, 116 müştekinin yer aldığı savcılık iddianamesinde okunan, “olası kast ile adam öldürme ve yaralama” suçlarından ayrı ayrı istenen bin 123'er yıla kadar hapis cezalarını bir kenara not edip, oturduğu tekerlekli sandalyesiyle kapıya doğru sürülen adamın peşinden koşmaya başladım.
Tedirgin beden dili ve mimiksiz yüzüyle, tekerlekli sandalyesini kullanan genç kadına seslendi: “Bir sigara versene.”
O da tereddütsüz, çantasından çıkarıp uzattı kocasına.
“Sigara?” diyebildim. Sustum.
Yüzüme donuk bir ifadeyle baktı ve konuştu:
“Ne yapabilirim ki bu durumda başka?”
Tam 2 yıl 2 ay önce, 22 Ekim günü dünyaları ellerinden alınan Amasra maden faciasından sonra Bartın Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın 10. duruşmasını güçlükle dinliyordu maden işçisi İzzet Ak. Belli ki aynı anlar ona yeniden yeniden yaşatılırken, nefes alamamıştı.
Eşi Şengül Ak onu kapının önüne açık havaya çıkardığında, yanımıza arkadaşı Remzi Taşkömür ve eşi Döndü geldiler.
İzzet Ak ve eşi Şengül Ak, Remzi Taşkömür ve eşi Döndü Taşkömür; Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç ile
Kuytuya doğru gidilmesini, üşütmemelerini söylediğimde, ikisi de aynı yanıtı verdi:
“Biz yüzde 90 oranında yandıktan sonra, artık üşümüyoruz ki. Sadece adalet istiyoruz. Bize yaşatılanlara karşılık hukuk, adalet bekliyoruz.”
2 derecelik aralık ayında, soğuktan değil, onlara yaşatılan bu acıdan donup kaldım Adliye kapısında.
Türkiye Taşkömürü İşletmeleri’ne ait Amasra madeninin eksi 350 kotundaki kömür ocağında, dikkatsizlik, ihmaller zinciri sonucu meydana gelen grizu patlamasında cayır cayır yanarak, metan gazında boğularak yitirdikleri 43 arkadaşlarının haklarını aramak için Bartın Adliyesi’nin kapısında, sigaranın dumanını üfleyerek konuşuyorlardı:
''O anda mı ne oldu? Gaz, bir anda yoğun şekilde sardı etrafımızı... Alev topu o anda yüzümüzü yaladı. Kaçmak mümkün değildi. Üstümüzdeki kumaşlar bir anda alev gibi derimize yapıştı. 110 vardiya işçisiydik. Eksi 350 kottaydık. Ölçüm olmamıştı demek ki. Yandık, kül olduk.''
Oysa, metan gazının başka kimyasallarla birleşerek patladığı, her maden mühendisine öğretilirdi.
Maden ocaklarının galerilerinde bulunan grizunun, belli koşullara eriştiğinde patlayıcı hale gelebilen zehirli gaz olduğu da belletilirdi… Ve de havada metan oranının yüzde 5-16 olması durumunda patlayıcı özellik kazandığını bilim sahiplerinin iyi bildiği, kabul edilen gerçek olmalıydı.
Taş kömürün taş eylediği yaşamlar…
Faciada yanarak kaybettiği parmaklarının kalan kısmıyla ustaca yakaladığı sigarasından bir nefes daha çeken maden bandının düğmecisi Remzi Taşkömür' e sordum sonra:
“Soyadın, Taşkömür. Taşkömürün aileni ve seni taş eylediği bir yaşamda, nasıl bir ironik durumdur bu Remzi usta?”
Her şeye rağmen o sımsıcak gülüşünü kaybetmemişti.
Yanan dudaklarındaki o tebessümle ve alevlerin kavurduğu ufalmış gözleriyle, yine de etrafını ısıtarak konuştu:
“Doğru diyorsunuz, babam da maden işçisiydi, biz de. Bu bölgede maden işçisi olmadan yaşayamayız. Ne var ki, bizi yaşatmıyorlar. Bunların bedelini kim ödeyecek? Ölümden döndük. 5 buçuk ay yoğun bakımda kaldım. Hayattan kopardılar bizi. İçerdekiler bizi bu hale getirdiler. Şimdi onların kurtuluşunu mu izleyeceğiz? Ne saçım kaldı ne başım. Bir anda müthiş bir basınç geldi o anda üstümüze. Yakıcı bir ısı ile yapıştık. Alev topu sardı üstümüzü. Kaçmak, kurtulmak mümkün değildi. Nasıl bu durumu önlemediler? Diri diri yaktılar bizi.”
30 yaşındaki Remzi Taşkömür'ün gözü yaşlı genç eşi Döndü’nün de isyanı büyüktü:
“Hepimizi yaktılar. Çocuklarımın psikolojisi bozuldu. Eşimi nasıl yaşatacağımı bilemiyorum. Ya hayallerimiz, umutlarımız… Hepsi yarım kaldı. Kaynım da öldü. Bütün Taşkömür ailesi öldü burada. Bir de şimdi suçluları kurtarmaya çalışıyorlar. 43 canımız, hepimiz yok olduk. Onlar da cezalarını bulmalıdır. Adalet bekliyoruz.”
Tekerlekli sandalyesinden seslenen, facia anında postabaşı olan 31 yaşındaki İzzet Ak da isyandaydı:
''Yanıp kül olduktan sonra, zorla yaşama döndürdüler beni de. 4 buçuk ay sonra gözümü yoğun bakımda açabildim. Yaşamak buysa, yaşıyoruz işte. Patlama anında rayların üstündeki demir vagonları bile duvara yapıştıran alevlere nasıl direnebilirdik ki. İnsanı yaşatmak asıl olmalıdır. Suçlular da ceza almalıdır. Adalet bekliyoruz.”
Şengül, İzzet Ak ile Döndü ve Remzi'ye sarıldım.
“Er veya geç, adalet olacak” diyebildim sadece.
Saçları, tüm derileri, kulakları, gözleri, her bir uzuvları yanan, ama en önemlisi hayalleri kül olan bu gencecik madencileri kapı önündeki soğukta bırakıp, duruşma salonundaki başka gerçeğe, adalet terazisinin dengesine dönüp, “önce insan” diyerek, gerçeğin her bir noktasını aramaya devam ettim.
Neden maden ocağında keşif yapılmama gerçeğine…
Vicdanların kanamasını durduracak gerçek adaletin neden bu kadar geciktirildiğine…
Sorumluların kim olursa olsun, neden cezalandırılmalarının önüne çıkan engellemelere…
Bu tür faciaların yıllardır neden önünün alınamamasına…
Pisi pisine yaşamlara kıyılmasına…
''Kader planına inanmış insanlar olarak, daima bunların yaşanması gerektiği'' safsatasına isyanla...
Tüm detayları beynimizin tüm kıvrımlarında koruyarak Bartın Adliyesinden ayrıldık.
Gözler şimdi, 20 Ocak 2025 günkü 11. duruşmada.
Gözü bağlı adalet tanrıçası Themis'in yolunda, adalet terazisini gözlüyoruz şimdi.
Gerçeğin peşinde, bekliyoruz.