“Paramı almadan nasıl evimi alırsınız?” dediği an, avukat bir canavar gibi üzerine çullandı. “Ulan! Biz sizi Anadolu’dan İzmir’e sürdük, denize döktük. Buradan da atacağız!” Sokakta tozlu topun peşinden koşan çocuklar, hayallerinde onun adını mırıldanırlardı. "Ver Lefter’e, yazsın deftere!"
Türk futbolunun altın çağının simgesi, sahanın üzerinde süzülen bir kartal gibiydi. Her pasında, her golünde milyonların kalbini fethederdi. Lefter Küçükandonyadis, yalnızca Fenerbahçe’nin değil, Türk milli takımının da onuruydu. 50 kez milli formayı giymiş, 23 kez kaptanlık yapmıştı. Ama sahada bir kahraman olan Lefter’in hayatı, ne yazık ki her zaman aynı görkemle parlamıyordu.
1974’ün Temmuz Ayı.. Büyükada’da yaz sıcağı keskin bir huzurla birleşmişti. Lefter, yılların emeğiyle inşa ettiği yuvasını, tanıdıklarının kefil olduğu birine satmıştı. Paranın tamamı ödenmemişti, ama Lefter için söz imzadan üstündü. Türk futbolunun efsanesi, sahada olduğu gibi hayatta da temiz bir oyun oynuyordu.
Ancak birkaç ay sonra, sabah kapıya gelen ihtarname, o güveni kökünden sarstı. “Evi boşaltın!” yazıyordu. Lefter, yaşadığı şokla soluğu Büyükada Emniyet Amirliği’nde aldı. İçeride evi satın alan kişinin avukatı vardı, yanında birkaç polis memuru ve bir komiser. Daha adımını atar atmaz, avukatın sesi odada yankılandı:
“Ne işin var ulan burada? Hemen terk et o evi!”
Lefter sakin kalmaya çalışarak durumu anlatmak istedi.
“Paramı almadan nasıl evimi alırsınız?” dediği an, avukat bir canavar gibi üzerine çullandı. “Ulan! Biz sizi Anadolu’dan İzmir’e sürdük, denize döktük. Buradan da atacağız!”
Bu sözler Lefter’in kalbine bir hançer gibi saplandı. “Ben bu ülkenin vatandaşıyım,” dedi, sesi çatallaşarak. “50 kez milli forma giydim.” Ama avukatın öfkesi durmak bilmiyordu. “Sus gavur!” diye bağırarak iki şiddetli tokat attı Lefter’in yüzüne.
O an zaman durdu. Karakolda, geçmişin ağırlığı altında ezilen bir efsane, hakarete uğramış bir kahraman duruyordu. 1947 yılındaki o anı hatırladı Lefter. Atina’da, Yunanistan milli takımına karşı attığı iki gol… Yunanlılar ona “Turco” diye tezahürat yapmıştı. Onu Türk olarak bağırlarına basmışlardı. Oysa kendi ülkesinde, şimdi bir avukatın dilinde “gavur”du.
Lefter’in gözleri doldu. Karakolda, bir zamanlar formasını gururla taşıdığı ay-yıldızın yükü altında ezildiğini hissetti. Polislerin, avukatın gözlerine birer birer baktı. Hepsi suskundu.
Kapıyı vurdu, çıktı. Sözlerin, tokatların, onuruna dokunan her şeyin ağırlığını omuzlarında hissederek uzaklaştı karakoldan.
Bu olaydan sonra Lefter, bu konuyu bir daha neredeyse kimseyle konuşmadı. O, sahanın yıldızıydı, halkın kahramanıydı, ama kendi ülkesinde yaralı bir kuştu artık.
Bu haksızlığı, yalnızca Hürriyet Gazetesi’ne verdiği bir röportajda dillendirdi, sonra sustu.
2012 yılının Ocak ayında, Lefter Küçükandonyadis aramızdan ayrıldı. Onu uğurlayan binlerce kişi, yalnızca futbolun değil, insanlığın da kaybettiği bir değer olduğunu hissetti. Lefter, sahalarda attığı gollerle değil, hayata karşı dik duruşuyla da bir efsaneydi.
Ama bazen efsaneler bile kırılırdı. Sessizce, kimse fark etmeden…