Halikarnas Balıkçısı'nın çok sevdiğim bir sözüyle başlayalım ilk yazımıza.

Merhaba.
Merhaba dostlar.
İzmir'de yetişmiş bir gazeteci olarak, gazetecilerin gazetesi 9 Eylül'de yazmak hem onurlu bir görev, hem de tarifsiz bir mutluluk benim için.
İlk yazımda tarihin eskimiş sayfalarında unutulmaya yüz tutmuş bir hüzün hikayesine yer vermek istiyorum. 

1933 yılının soğuk 1 Şubat'ında bir vapur göründü İzmir körfezinde.
Heybetli ve mağrurdu.
Uzun, siyah bacasından kömür isi bıraka bıraka, sirenini acı acı çala çala geçti kordon önünden.
Dümenin başında Lütfü Kaptan, çarkçıbaşı Kadri beye talimatlar verirken, bir türkü mırıldanıyordu ince tiz sesiyle.

"İzmir'in kavakları dökülür yaprakları bize de derler Çakıcı yar fidan boylu Yakarız konakları" 

Kıyıda heyecanlı bir kalabalık, vapurdan inecek yolcuyu bekledi dört gözle.
Güvertesindeki süvariler halka selam durdu kusursuz bir disiplinle.
Beklenen yolcu Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal'di.
Onu İzmir'e getiren vapur ise Gülcemal.
Önce Fethiye, sonra Marmaris'e uğrayıp, nihayetinde İzmir limanına demir attı.
Bu ilk gelişi değildi.
Geçmişte, mübadele yıllarında Selanik-İzmir hattında nice insanı ata toprağından koparıp, yeni diyarlara taşımıştı. 

Gülcemal Vapuru denizcilik tarihimizin mihenk taşlarından biriydi.
İçinde hüznü sevinci, geçmişi geleceği, çaresizliği umudu yaşayan bir tarihti.
Şairlerin mısralarında, ressamların tuvallerinde adeta bir sevgili gibi yer aldı.
Orhan Veli şöyle söz etmişti ondan. 

"Hangimiz bilir, benim kadar,
Karpuzdan fener yapmasını;
Sedefli hançerle, üstüne,
Gülcemal resmi çizmesini." 

Bedri Rahmi de böyle. 

"İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir, 
Anadolu'da, toprak damlı bir evde, 
Gülcemal üstüne türküler söylenir. 
Süt akar cümle musluklarından, 
direklerinde güller tomurcuklanır. 
Anadolu'da, toprak damlı bir evde çocukluğum, 
Gülcemel'le gider İstanbul'a, 
Gülcemal'le gelir." 

Gülcemal  vapuru
1911 yılında Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi tarafından 25 bin 110 altın liraya satın alınmıştı.
Gemiye Sultan Reşat’ın annesinin adı verilmişti.
Gülcemal  "gül çehreli, gül gibi güzel" anlamındaydı.
Nice seferlerde kullanıldı.
Nice badireler atlattı.
Ama sonunda mutlaka sığınacak bir liman buldu.
Okyanusu aşıp Amerika'ya giden ilk Türk bayraklı gemiydi.
Göçmen götürdü akın akın.
Cephane taşıdı.
Çanakkale'den yaralı yetiştirdi İstanbul hastanelerine.
Torpil yedi, batmadı.
Karadeniz'e aşk mektuplarını taşıdı.
Karadenizliler onu çok sevmişti. 

"Gülcemal dedukleri
Denizi elekleyi
Bacalari dumanli
Kıyılari bekleyi
Gülcemal Gülcemal
Savruluyi dumanıni
Aldın gittin yarımi
Yoktur senin imanın" 

Ne anılar yaşandı Gülcemal'de.
Mübadele günlerinde
Rumlar'ı Yunanistan'a, adalardaki Türkler'i bizim kıyılara taşıdı.
Ne gözyaşları aktı Gülcemal'de.
Ne ayrılıklar, ne dramlar yaşandı.
İstanbul'da, Selanik'te, İzmir'de. 

Sadece göçe zorlanan insanları değil, kimleri taşımadı ki.
Sultan Reşat'ı.
İsmet İnönü'yü.
Kazım Karabekir'i.
..Ve Mustafa Kemal'i.
Mustafa Kemal çok sevmişti Gülcemal'i.
Musul anlaşmasını bu vapurda imzalamıştı.
Şöyle yazmıştı hatıra  defterine, 5 Ağustos 1926'da. 

"Gülcemal vapurunda gördüğümüz intizam ve mükemmeliyet takdire değer. Genel müdüre, geminin süvarisine ve bütün mürettebatına teşekkür ederim." 

Daha ne anılar var Gülcemal'de.
Sayfalara sığmaz.
Tam 75 yıl denizlerde kaldı.
Savaşları gördü, ayrılıkları gördü.
Hüznü, gözyaşlarını gördü.
Dünyanın en uzun süreli yüzen ikinci gemisiydi.
Türk Denizcilik tarihinin en önemli sayfalarından biriydi.
Yabancıların elinde olsa yüzen müzeye dönüştürüldü.
Ama maalesef bizim elimizdeydi.
1950'de böyle bir Ağustos gününde İtalyanlara satıldı, parçalandı, jilet oldu.
Derin sulara değil, tarihe gömüldü.
Şimdi eskimiş siyah beyaz fotoğrafları sahaflarda hazar mezat satılıyor.
Şili'de Pinochet faşizmine direnen devrimcilerin şöyle bir sözü vardı.
"Un Pueblo Sin Memoria es Un Pueblo sin Futuro."
Türkçesi şu.
"Hafızası olmayan bir halkın geleceği de olmaz.”
Merhaba dostlar, tekrar merhaba.
Datça'dan selamlarımla.