Ertesi sabah güneş yine bizden utanıp arada yüzünü saklıyor bulutların arkasına. Rotamız, Ruben heykelinin olduğu meydandan kalkan Gezi Traktörü.
Daha önce hiç denemediğimiz bir şehir turu. Uygun fiyatı ve kısıtlı zaman diye görmediğimiz daha uzak noktaları geziyor. Bir yandan -İngilizce ve Flamanca- anonslar ile sizi bilgilendiriyor.
Yurt dışı turlarında özellikle büyük şehirlerde “Hop-on, Hop-off” türünde gezi otobüslerinin rotalarını ilgili web sayfalarından indirip inceler rotanıza dahil etmek için iyi bir kaynak olarak yararlanıyorum. Bize biraz fiyatlı geldiği için bugüne dek kullanmadık.
Bu küçük vagonlu tren şeklinde traktör fiyat olarak daha uygun oldu.
Kahvaltımız için bugün yine markete giriyoruz. Marketteki ürünlerin fiyatlarını ine bizim satın alma gücümüzle kıyaslama hatasına düşüyoruz. Unutmayalım, diyoruz birbirimize. Tatildeyiiiz.
Kahvaltımızı ayak üstü yürürken yapıp istediğimiz basit şehir turu aracımıza zamanında yetişiyoruz. Bizim vagonda bizimle beraber iki kişi, diğer vagonda 7-8 kişi olduğu halde yolculuk başlıyor. Çok sarsıntılı bir yolculuk olmasını beklemiyorduk, bazen parke yollarda süspansiyonu olmayan araç doğrusu baya iyi sarsıyor. Şehrin gidemediğimiz tarafları ve gördüğümüz bazı yerler hakkında bilgilendirmeler ile süren yolculuk bir saat kadar sürdü ve başladığımız yere döndük. Meydan çok yakın bir daha görüp geçmediğimiz sokaklardan dönüş yapalım istiyoruz. Meydan da ikinci el pazarı kurulmuş. İğneden ipliğe değişik bir pazar.
Artık istasyona dönüş Brugge’ye gidiş zamanı. Yol boyunca bisikletler bugün daha çok dikkatimi çekiyor. Çocuklarıyla, evcil hayvanlarıyla veya alışveriş torbalarıyla, elektrikli-elektriksiz bisikletler…
Aklımda neden ülkemizde bu tür bisikletler kullanılmıyor soruları dönüyor. Hemen uzaklaşmam gerek. Tatildeyiiiz.
Sabah otelden çıkış yaparken yine kilitli odada güven altına aldığımız valizlerimizi alıp istasyona geçiyoruz. İstasyonda otomatlardan kart değil, nakit almak istiyoruz ama Brüksel havaalanındaki gibi bir gişe yok. Bir görevli duruyor otomatların başında soruları yanıtlıyor. Kuyruğa giriyoruz sormak için. Nakit alan otomat var mı diye saracağız ama görevli son derece sabırlı ve yavaş bir şekilde herkese uzun uzun açıklamalar yapıyor. Tabelalardan öğrendiğim kadarıyla 15 dakika sonra bir tren var. 12 numaralı perondan kalkıyor. Ayşegül sıra beklemeye devam ederken ben peronun yerini aramak için ayrılıyorum. İnanamıyorum, birkaç dakikalığına gittim geldim hala aynı adam önümüzde görevli kadın ile herhalde Belçika’nın ulaşım ağı hakkında kitap yazacaklar. Sohbetleri bitti sıra bize geldi. Huzursuzlandığımı belli ediyor olacağım ki görevli bana son derece güler yüzlü ve sıcak bir ses tonu ile “rahat olun, tatildesiniz. Bir sonra ki trene binersiniz” diyor. “Bunu ben biliyorum da, tren bilmiyor, az sonra kalkacak” diyorum. Düşünüyorum. Aslında doğru söylüyor. Bir yere yetişmiyoruz ki, pes ediyorum.
Otomatlar kağıt para almıyor ama kağıt paranızı “coin” medeni para yapan otomatlar var. (koca istasyonda bir tane) onun da önünde kuyruk var :) ne güzel.
Nasıl oldu bilmiyorum. İstasyona girmemiz bileti almamız, peronu bulmamız kuyruklara rağmen on beş dakika içinde bitti ve bir trende idik. Panik olmaya gerek yokmuş.
Gent
Tarifede yazdığı gibi 49 dakikada Gent’e varıyoruz. İstasyonda inince biraz hayal kırıklığına uğradık. (Anwers‘den sonra normal galiba) Dampoort, şehrin ana tren istasyonu olmadığı için olsa gerek sade bir istasyon. Neyse. Dampoort ten istasyonundan otelimize gideceğiz ama açıkçası Gent dersimi pek çalışamadım. Cep telefonundan toplu ulaşıma bakıyorum. Birkaç tramvay ve otobüs aktarmalı seçenek var. 30-35 dakika yazıyor. Bu defa bulduğum uygun fiyatlı diye seçtiğim otel merkeze ve istasyona 2.5-3 km kadar uzakta. Bir gece nasılsa diye çok üzerinde durmamıştım. Ayşegül’e bakıyorum. Biraz isteksiz olsa da 40-45 dakika yürüme teklifime tamam diyor. Hava çok kapalı. Cep telefonu haritasından otelin yerini da iyice aklıma yazıyorum. Başlıyoruz yürümeye. İki alternatifin kanal kenarından olanını seçiyorum.
Boş sessiz sokaklar bizim valizlerin tekerlek sesleri ile çınlayınca çekiniyorum. Zaman zaman valizleri elime alıyorum. Kaldırımlar burada da yok gibi. Ortalık bir yerde hareketlenmeye başlıyor.
Aaa Türkçe yazılar var vitrinlerde. Ocakbaşı, düğün davetiyesi basılır, terzi, kuyumcu… Türk mahallesindeyiz kesinlikle.
Biraz sonra ise otelimize varıyoruz. 50 dakika yürüyüş. Kapalı hava da enerjimizi emiyor sanki. Otel yerleşip dışarı atıyoruz kendimizi.
Bu defa aradığım kaynaklar otelin lobisinde var.
Çoğunlukla otellerden o şehrin haritalarını, gezilecek yerlerini içeren bilgilendirmeleri bulabilirsiniz.
Turistik harita ve bir iki broşür alıp bu defa otelin hemen önündeki tramvay durağına geldik.
Merkeze uzağız. Unutmamak için durağın adını ve toplu taşıma haritasının fotoğrafını çekiyorum. Hızlıca çalıştığımız kadar olan bilgilerimizle rotamızı çıkarıyoruz. Bizim gibi otelden çıkan başka bir çift de geldi yanımıza. Onlar duraktaki gençlere soruyor. Merkez ne taraf? Hangi tramvay? Hangi istasyon? Cevaplara biz de kulak misafiri oluyoruz.