Avrupa’nın pek çok kentinde şehir içi toplu taşımayı kullanmak için biletinizi bir defalık, günlük, birkaç günlük şeklinde bineceğiniz duraklardaki otomatlardan veya otobüs-tramvay içindeki otomatlardan alabilirsiniz. Bindiğiniz anda bilet kontrolü ile karşılaşmazsınız. Biletinizi kimse gelip kontrol etmez. Bazen bir kontrolör gelip nazikçe biletinizi sorabilir. Bilet almadı iseniz yüksek para cezaları olduğunu bilmeniz gerek.
Bindiğimiz tramvayda da iki otomat var biri aldığınız günlük bileti okutulduğu bir otomat. Bizdeki İzmirim Kart gibi. Başında bir görevli yok siz okutuyorsunuz. Diğeri kredi kartı ile çalışan bir otomat. Ekrana kartınızı okutuyorsunuz 2,15 Euro bir kişi için makine alıyor size fişini veriyor. Soran olursa işte bilet. Soran yoksa ne olacak? Bilet tek kullanımlık. (lütfen bizde işlemez biz yapamayız diye düşünmeyin. Neden bu zihniyet çoğunlukta? Neyse , Tatiiil)
Gent, Brüksel ve Anwers den sonra 3. büyük il. Flemenk bölgesinde yer alıyor, Flemenkçe konuşuluyor. Bir ortaçağ kasabası deyişini hakediyor. Schelde ve Lys Nehirleri'nin kavuşma bölgesinde yer alıyor. Yani içinden kanallar geçiyor.
Durak isimlerini tramvayın içinden okumaya çalışmak eğlenceli oluyor.
( “Vijfwindgatenstraat durağı. Tamam son ”straat” cadde büyük ihtimal de acaba vijf… nasıl okunuyor ki. Flemenkçe okumak çok zor..) Önce rotamızın en uzak noktasından tramvaydan iniyoruz. İlginç mimarisi bir ortaçağ kasabası ile tezat olsada “De Krook” halk kütüphanesini karşıdan görerek başladık yürümeye.
Hava çok sevimsiz. Yağmur yağacak mı yağmayacak mı belli değil. Ortaçağdan kalma katedraller, kiliseler, kale ve yüksek ortaçağ binaları arasında kanalların üstündeki köprülerden, sokaklardan, bakışlarımız yukarıda yürüyoruz. Kahve molası bizi şarj eder sanıyorduk. Oturduğumuz kafedeki çalışan tek kişi var hızlıca siparişimizi alıp getirdi. Birkaç dakika sonra bizden sonra gelenleri ise almadı. Saat neredeyse 18.00’di ama kapatıyoruz dedi. Gerçekten bakışları bizim gibi birkaç masaya “hadi artık bitirin de gideyim” şeklinde güzel güzel (!) bakıyordu. Huzurlu bir şekilde(!) dinlenip devam ettik.
Saint Bavo katedrali, Gent belediye binası,
Belfort Van Gent anıtı sonrası “Gent Gravensteen” kalesine dek yürüdük. Kale çevresi , “Grasbrug” köprüsüne kadar daha sempatik geldi bize.
Otele giderken geçtiğimiz sakin sokakların sebebi belliydi. Herkes bu bölgeye toplanmış. Oturanlar yemeği bitse bile kalkmıyor ki. (Anwers’de görmüş istisna diye düşünmüştük) sohbet devam ediyor. Hatta iskambil oynayan yaşlı amcalar bile.
Gent nedense bizi bir türlü içine alamıyor. Kalın bulutlar sadece güneşin ışığını değil bizim de enerjimizi kesiyor sanki. Oysa gezdiğimiz alanlar, sokaklar, binalar, detaylar söylendiği gibi Sanki ortaçağ kasabası.