Ayşegül’ün sanat tarihine merakı var. O yüzden müzeleri gezmek istiyor. Eğer müze gezersek uzun zaman ayırmamız gerektiğinin farkında.
Etrafımızda müzeler var ama bugünü daha çok çevreye ayırdık. Müzeleri sindire sindire gezmek için zaman ayır(a)madık bu seyahatimizde.
Saint Hubert Kraliyet galerileri şimdiki durağımız. Ancak bu pasaja Place Agora Marche Aux Herbes meydanından değil arka tarafından giriyoruz sonra. Mümkün olduğunca “bir gezgin geçtiği yoldan bir daha geçmez” deyip bazen yolu uzatıyoruz.
Bu kapalı pasaj içerisinde turistik ama biraz daha kaliteli yerler de var, turistik olmayan ve yerel kaliteli mağazalar da var. Sıradan turistik mekanların dışında bir havası var. Cam tavandan gelen yumuşak ışık mimari detayları ortaya çıkarıyor. Fakat bu estetik yapı içerisinde bir anda dikkatimiz dağılıyor. Ayşegül “Tamam da, benim de canım waffle çekiyor” diyor.
Artık meşhur waffle’ın tadına bakma zamanı. Üstelik tatlı değil, tuzlu waffle ile bir öğle yemeği…
Yemek sonrası algıda seçicilik olsa gerek bir televizyon ekibi hemen dikkatimi çekiyor. Acaba hangi kamera? Bizim eski sachtler tripotlardan mı o? Bu tarz soruları hemen aklımdan çıkarıp tatile odaklanmak için oradan ayrılıyoruz.
Neredeyse her sokağa girip çıkıyoruz. Bira tadım yerleri, waffle mekanları hediyelik eşya ve çikolata mağazaları ile kalabalıklaşan caddeler sokakları geçip nihayetinde şehrin meydanı “Grand Place”ye ulaşıyoruz.
2016 yılında çekim için Brüksel’e gelmiştim ve bu meydanda da çekimler yapmıştım. Dikkatimi çekime verdiğim için ve Avrupa’daki gördüğüm bir çok meydan aşağı yukarı birbirine benzer olduğu için pek aklımda bir şey kalmamış. Bu kez çerçeve kaygısı olmadan sindire sindire izliyorum her yeri hem vizörün arkasından bakmadan.
Artık meydandan sonra meşhuur “Manneken Pis” yani “İşeyen Çocuk” heykelini görmeye geldi sıra. 60 cm boyu ile bu heykel, tam biz pazarlama objesi. Bir çok defa çalınan heykelin aslı müzede ama kopyası her gün o küçük köşede üzerinde değişik kıyafetler giydirilerek sergileniyor. Biz gittiğimiz gün Hırvatistan milli kıyafetleri ile sergileniyordu. İşeyen Çocuk heykelinin hikayesini siz de kendi Brüksel ziyaretinizde araştırabilirsiniz. Heykelin her gün değişen kıyafet takvimi için internet sitesinden takip edebilirsiniz.
https://www.mannekenpis.brussels/wp-content/uploads/2023/05/Valves_MP_juin23.pdf ayrıca https://www.evrensel.net/haber/394586/manneken-pis-iseyen-cocuk-heykeli-nerede-ne-zaman-yapildi-nasil-sembol-oldu internet sitesinden bilgiler edinebilirsiniz.
Küçücük bir heykel nasıl oluyor her gün binlerce kişinin meraklı bakışları altında ziyaret ediliyor ve neden bizim ülkemizde böyle bir tanıtım yapamıyoruz sorularını tatil sonrasına bırakıp yeniden kalabalığa karışıyoruz.
Hava alışık olduğumuz biyolojik saatimizde kararmadığı için zamanı pek kestiremiyoruz ama yorulan ayaklarımız, bize otele dönmemizi söylüyor. Saat 21:30 olmuş ama daha dönüş yol bir hayli uzun. Otelden baya uzaklaştık ama toplu taşıma kullanmayı yine düşünmüyoruz. Bunun olabileceğini düşünerek bu akşam için, sabahtan birkaç kafe-restoran belirlemiştik.
Dönüş yolunda belirlediğimiz restoranlardan birine oturduk. Oturduğumuz anda yorgunluk çöktü, zar zor yemeği bitirdik. Artık son bir gayretle otele doğru 15 dakika daha yürüdük.
Salı sabahı Ayşegül’ün keşif noktalarından bir yere gidip kahvaltımız yapacaktık ama yolumuz üzerinde başka bir kafe bizi çağırdı, kıramadık.
Alışveriş caddesinden Avrupa Birliği Parlamentosu’na gitmeyi hedeflemiştik. Sert esen rüzgar biraz havayı serinletiyordu. Ben çekimlerdeyken her fotoğrafımda sırt çantam görünür. Görenler sorar hep, ne var içinde diye. Zaten herkesin aklına Levent Kırca’nın “tam teçhizatlı kameraman Cevat Kelle” esprisi gelir. Galiba artık alışkanlık olsa gerek sırt çantamda mevsimine göre yedek kıyafetler, yağmurluk, kitaplar, broşürler, kolonyalı mendiller, basit sağlık eşyaları, cep telefonu şarjı, powerbank, su şişeleri ve atıştırmalık kuru meyve vb. bir sürü gerekli gereksiz dolu çantam yine işe yaradı. Yedek gömlek imdada yetişti. (sonraki günler daha serin olacak bazen yedek ince poları da giymek zorunda kalacaktım) havanın kararı belli değil ki bir esiyor serin serin bir duruyor buram buram sıcak. Avrupa Birliği Parlamento yerleşkesine de daha önce gelmiş çekimler yapmıştım. Çekim olacağı için izinler almış yanımızda bize eşlik eden görevliler ile gezmiştik.
Şimdi sıradan vatandaş olarak geliyordum. Acaba yerleşkeye girebilir miydik? Yine aklıma canım ülkem geliyordu. Bırakın resmi yerleri gezmeyi bir AVM’ye girmek için bile geçtiğimiz güvenlik görevlileri ve kapılar. Tedirgin eden bakışların sizi izlediğini bildiğiniz için içten içe sebepsiz yere huzursuzlandığınız durumlar… Şimdi Avrupa Birliği Parlamentosu’nun binasından içeri değil elbette ama yerleşkesine giriyorduk elimizi kolumuzu sallaya sallaya. Tüm çevreyi tedirginlik hissetmeden dolaştık.
Bu konuda söylenecek onca şeyi aklımıza getirmemek elde mi? Arada Ayşegül’le hayıflanıyoruz birbirimize sonra daha fazla üzülmemek için tatil havasına girip bu fikirleri uzaklaştırıyoruz.
İkinci gün hala merkeze yakın noktalar ve çevresinde gezecek yerler var listemizde. Bir de tüm maceralarını okuduğum TenTen'in mağazası.
Çizgi roman merakı olanlar için Belçika başka bir güzeldir. Daha önceki gelişimde, Arda da küçük olduğu için Asteriks mağazasına uğramış birkaç şey almıştım. Asteriks mağazası rotamız dışına almıştık. Başka bir simgesel yapı Atomium’a da gitmeyecektik. Biraz uzaktı. Ben zaten görmüştüm ve eşim de pek hevesli değildi. Vaktimizi yürüyerek gezerek değerlendirmek istedik. Gezeceğimiz yerde görülecek yerlerin yanı sıra turistlerin pek uğramadığı, yolundan geçmediği ara sokaklarda kaybolmak şehrin bambaşka yerlerini görmek, biraz daha oranın halkının günlük yaşadığı yerlerin havasını solumayı seviyoruz.
Bir evden çıkan biri, okula giden çocuklar ve size bakışları, markette pazarda çarşıda alışveriş yapanlar, kıyıda köşede kalmış kafeler… Bazı binaların cephelerinde çizilmiş resimleri keşfederek, yerel birkaç lezzeti daha tadarak günü bitirdik