Sabah karşıdaki marketten çöreklerimizi taze meyve suyumuzu alıp dün karar verdiğimiz kanal turu için yere gidiyoruz. Bir gün önce Arda ve Lisa için kartpostalı bir karikatür mağazasından almıştık. El çizimi güzel kartı akşam hazırladık. Posta kutularından birine atıyoruz geçerken. Kanal turu sırasında ilk biz varız. Hepsi aynı fiyat aynı tip tekneler aslında. 2.3...5 derken bir anda bir tekneyi dolduracak 25-30 kişi oluveriyor birkaç dakika içinde.
Altmışlı yaşlarda hayli esprili kaptanımız Flamanca-Fransızca ve İngilizce bilgilendirmeler ile 50 dakika kadar kanallarda gezdirip etrafı anlatıyor. Bi gün önce görmediğimiz yerleri hemen aklımıza yazıyoruz. Hava biraz daha soğuk gibi ama güneşi görüyoruz arada bizi ısıtıyor. Görmediğimiz sokaklara gire çıka yine meydana ulaşacağız. Hava açıkken daha güzel fotoğraflar çekeriz bugün. Akşama da ışıklandırılmış binaları bekleyeceğiz.
Önce kaptanın anlattığı camları Murano’dan gelen (Şimdi otel ve kolej binaları olarak kullanılan) bir binanın önünde kurulu antika ve ikinci el pazarına gidiyoruz. Ayşegül özellikle antika eşyaları görünce hüzünlenir hep ama değişik yaşamlar saklı hem antika ve ikinci el eşyada. Hediyelik ilginç ev eşyaları da var elbette aralarda.
“Basiliek van het Heilig Bloed” hemen yakınlarda. Meydanı ve çevresini gezip akşama kadar geziyoruz. Akşama kadar birkaç hediyelerimizi de alıyoruz.
En çok kafama takılan ise bir İtalyan kadının işlettiği zeytin yağların, zeytinlerin, sosların ve pratik mutfak eşyalarının satıldığı İtalyan ağırlıklı ve Yunan ürünlerinde yer aldığı dükkan. Daha birkaç hafta önce Ayvalık’ta çekim yaparken Ayvalık Ticaret Odası Başkanı ile yaptığımız sohbeti Ayşegül’e de anlatıyorum. Türk zeytinyağı, markalaşma hakkında konuşmamızı, hele hele Avrupa da kurak geçen mevsim nedeniyle zeytin hasadını düştüğü ve Türkiye’deyse hasadın çok iyi bir dönemde olduğu, zeytinyağının İspanya'ya ihraç ettiğimizi söylemişti. İspanya ham zeytinyağını üçe mal edip onbeşe satıyor. Zeytin ve zeytinyağı üretiminde Dünyada dördüncü büyük olmamıza rağmen pazarlama ve markalaşma sorunumuzu konuşup hayıflanıyoruz. Neden Avrupa marketlerinde Türk zeytini ve zeytinyağı yok konularını arkada bırakıp tatilin son gününün tadını çıkarmaya çalışıyoruz.
Derken 30-35 kişilik yaşlıca bir grubun bir meydanda modern bir konser salonu önündeki protesto gösterilerine tanık oluyoruz. Elinde megafonla açıklama metnini okuyan bir kadın ve etrafındaki grup ara ara kadının cümlesinden sonra aynı cümleyi hararetle tekrar ediyor. 4-5 gazeteci etraflarında fotoğraflarını çekiyor. Başka hiç kimse yok. Flamanca konuşuyorlar tek kelime anlamıyoruz. Ama beden dilleri gösteriyi anlatıyor bize. Zaten sonuna gelmişiz birkaç dakika sonra alkışlar ile bitiriyorlar gösteriyi. Aslında biz yanlış anlamış olmalıyız gösteri olsa polis olur, müdahale olur… neyse bu konulara tatil tatil girilmez, zaten daha yeni zeytinyağını çıktık. Zaten Brüksel de gördüğümüz gösteri yapan grubun arkasından da bir polis -eli arkasında ve bakına bakına- da olsa yürümüyor muydu? ( Oh biraz rahatladım bunu düşününce, emniyet şart canım…) Bir haftadır tek bir satır haber okumuyoruz. O sırada Fransa’da çıkan olaylar Belçika’ya sıçramış. Bilgimiz yok ama Brugge’dekilerin de haberi yok kesin.
Artık saat 22.00’ye geliyor, bir kafede akşam kahvemizi içerken, havanın iyice kararmasını güzel fotoğrafları çekmeyi düşünüyorum. Kafede saatlerce oturanları gördükçe biz de alıştık bir haftadır. Hatta arka masa da gençler kağıt bile oynuyor. Biz de bekliyoruz.
Garsona soruyorum, “Hava kaçta kararıyor? Güneş ne zaman batıyor?” şöyle bir alana bakıp “herhalde 10-15 dakikaya batar” diyor! Bu garson acaba burada çalışmıyor mu her gün? Bunun üzerine espriler, çevreyi izlemeler derken yine kısmen yanan ışıklar ve yine hayal kırıklığı ile son Belçika akşamını arkada bırakıp otele dönüyoruz.
Soğuk ve yağmurlu bir sabah. Bu kez kahvaltıyı otelde alıyoruz. Sıkı bir kahvaltı gerek. Uçak akşam 19.00’da ama tren ile Brugge den 1 saat 45 dakika kadar. Daha Brugge istasyonuna yürüyeceğiz. Otelden çıkış yapana dek yağmur durmuş.
Yine güzel bir park içi yolda tren istasyonuna varıyoruz. Biraz bakındıktan sonra, her 31 geçe kalkan Brüksel trenine biniyoruz. Tren dolu bu defa. Ayşegül’le karşılıklıyız. Yanlarımızda bir anne ve kızı var. Koridorun diğer tarafında ise kesintisiz 30 dakika cep telefonu ile konuşan bir adam. Özellikle yanında oturanlar belli ediyor rahatsızlığını ama hiç oralı değil. Adam konuşmaya devam. Herkesin başını şişirdikten sonra yine konuşa konuşa indi trenden.
Havaalanı çok kalabalık değil. Yine bir gün önce online check-in yaptırdık ama 2 parça bavulu verelim rahat edelim istiyoruz. Hangi kontuarın açılacağı henüz panolarda belli değil. Kontuarın açılma zamanını beklerken alanda dolaşıyoruz.
Havaalanının web sayfası reklamlarını görüyorum. Telefonla girdiğimde whatsapp ile sorularınızı iletebilirsiniz diyor. Uçuşum hakkında değişiklik var mı diye bakarken kontuar numarasını fark ediyorum. Hala panoda yer almadığı halde görevliler gelmişler ve bavulumuzu verip pasaport kontrol ardından gümrüklü alana geçiyoruz.
Daha büyük alan. Zaman geçirebilecek çok mağaza ve kafe var. Fiyatlar bizim havaalanlarındaki gibi abartılı değil. 1-2 euro pahalı.
Gecenin bir yarısı İzmir’e
varıyoruz. Bakalım ne kadar zaman sonra bu kez neresi soruları ile. Şimdiden hazırlanmalı.
İnternet kaynaklar
https://www.tripadvisor.com.tr
https://www.skyscanner.com.tr
https://www.lufthansa.com/tr/tr/homepage
https://www.aerobilet.com.tr/
http://www.booking.com
https://www.google.com.tr/maps
Dipnot: ayrıca gideceğiniz ülkenin ilgili turizm sayfası, toplu taşıma sayfaları