Çıksam yüksek bellere ün eylesem Acep nazlı yar duyar mı ola?

Bir gün, kendisiyle birlikte Efes'e giderken Halikarnas Balıkçısı:
-Şu Keçi Kalesi'ni Samim (Kocagöz) bana verdi ama, oraya çıkıp görmek nasip olmadı, dedi.
(Samim ağabey, mavi yolculuklarda yaptığımız gibi, “Al Cevat” demiş, bu kale senin olsun! Bizimki muzip Sökeli'nin bu bağışını ciddiye almış!)
Bense, kültür turlarımın tutkunları ve turist rehberliği öğrencilerimle yedi kez çıktım.
İlk olarak İzmir Dağcılık İhtisas Kulübü (İDADİK) üyeleriyle tırmandım. Oraya varır varmaz, grubun önderi (rahmetli) Adnan Kayatepe, “bize burayı Şadan Hoca anlatacak” demesin mi?
Serde rehberlik var, anlatmamak olur mu:
... Keçi Kalesi 250 m aşağıdaki stratejik Belevi'yi tarassut (gözetleme) kulesi. Efes'e İzmir-Metropolis ve Tire-Boğazkale'den düşman gelecek olursa, dumanla Efes'e haber vermek için ideal bir yer. Böylesi, keçilerin bile zor tırmanabileceği yer için “destanlar yazan” Türk halkı bir söylence uydurmaz mı:
Vakti zamanında burada bir Tekfur (Bizanslı kale komutanı) yaşarmış. Bir Türk komutan burayı sarmış ama fethedememiş. Geceleyin, boynuzlarına yanarca bağladığı keçileri salıvermiş kaleye doğru. Korkak Bizanslı:
-Türkler keçi gibi tırmanıyor, diyerek kaleyi, savaşmaksızın bizimkilere teslim etmiş.

Yöreye ait, işlevsel ve gerçek bir keçi öyküsü daha var:
Piksadaros adlı çoban, sol ilerimizdeki yamaçlarda keçilerini otlatıyordu. İki erkeç, kavgaya durdu. Biri, öldürücü tosu vurmak için geriledi. O olanca hızıyla saldırdı ki tam; kaçıverdi diğeri, kaçıverdi. Saldıranın kafasını çarptığı kayadan bir parça koptu. Mükemmel bir mermer parçasıydı kopan. Parçayı Efes'e götüren çoban, “Yapı Yargıçlığı” gibi, kutsal bir göreve getirildi.

Belevi'den Tire'ye giden asfaltın 4. km'sinde araçtan inip, yolun sağındaki iki muhteşem eseri görme şansını kullanmalıyız.
İlki, yöre halkının “Yatık Kale” dediği mausoleion kalıntısıdır. Olasılıkla, Helenistik Efes'i kurduran, Büyük İskender'in 12 generalinden Lysimakhos'un anıt mezarıdır bu. Dünyanın Yedi Harikası'ndan Bodrum Mausoleion'un yaklaşık beşte bir oranında küçültülmüşüdür önünde durduğumuz. Hayli tahrip gördükten sonra artakalan parçalar, Efes Müzesi'ne teşhirdedir.
Buradan, bir vadiyi inip çıkarak, az göz değmiş bir tümülüse ulaşırız. (Aman bensiz, yani rehbersiz denemeyin!) Yerli kayanın eksikleri doldurularak yaratılmış bir mimari şaheseridir bu.
Bir elde cep feneri, öteki elde sopa, dromosu (tünelimsi giriş) izleyerek bir odaya varıyoruz. Burada üç mezar yeri bulunuyor. Dikkatlice göz gezdirince, karşı duvarda değişik, masa genişliğinde mermer farkediliyor. Nabbaşlar (mezar soyguncuları) tarafından açılıp öyle bırakılmış gizli kapıdan zar zor içeri giriyoruz. Burada, iki ayrı mezar yeri ve lahit parçası bekliyor bizi. Ben, daha önce girip gördüğüm için, yanımdakilerin yukarı bakmalarını söylüyorum. Ama o da ne? Tavanda var olan kapak taşı da, define avcıları tarafından yana kaydırılmış. Birbirimizin omzuna çıkarak, bu açıklıktan yukarı çıkınca, filmin finaline kavuşuyoruz: İşte, burada gömülü olan kral veya komutanın şahane lahdi yer alıyor.

Şimdi ben size, filmi geri sarayım:
Kral ya da komutanın (ki ben bunun, burada karısı tarafından zehirlenip öldürülen Syria Kralı III. Antiokhos olabileceği kanısındayım) cesedi buraya gömülmüş. Tümülüsü inşa eden mimar ve cesedi taşıyıp yerleştiren kişi öldürülüp, aşağıdaki mezar odasına gömülmüş. Onu öldüren üç kişi de öldürülüp, çıkışa yakın mezar odasındaki lahitlere yatırılmış...
Bu nedenle siz siz olun; mimarsanız eğer, ne kadar para verirlerse versinler, piramit veya tümülüs inşa etmeyin. İşiniz bitince, kendi kazdığınız kuyuya düşer gibi, kendi yaptığınız mezara defnedilirsiniz. Ben -rehberlik görevi olarak- uyarımı yapayım; gerisi size kalmış...

***

BAHÇE İÇİNDE EV, EV İÇİNDE DÜŞÜNMEK

I

Kim aldatmış bu kadar insanı,
Ki kimsecikler aldırmıyor ölüme.
Ölüm, ey göklerden büyük,
Sığdıramıyorum gönlüme.

Nasıl yaşamayı bırakmak nasıl,
Bir memleket mi ki bu, bir elbise mi ki?
Ben nasıl yok olurum, anlamıyorum,
Dünya yok olabilir belki.

Nedir, masalların, arzuların arkası,
Çocuk muyuz – Ah keşke çocuk olsak?
Mavi temaslar ellerde kalıyor
Ne çabuk kırılıyor mevsim denen oyuncak.

İnsanı oyalıyor yolundan,
Her yatakta bir sürü rüya.
Daha ötelere gidiyor gibi
Meyvalarda biten dünya.

II

Açın kapıları, bırakın işleri,
Toplanın köylere, şehirlere, ülkelere.
Ucu semaya değen ağaçları dinleyin
Düşünen başınızı koyup yere.

Ve bir şarkı söyleyin ki göklere karşı
Yıldızlar ve talihler işitsin.
İskeletler gibi dirilsin uzaklarda,
Bütün günleri herkesin.

Analar öldürsün çocuğunu,
Hayatını meçhullere devretti diye.
Babalar sıvasın toprakları
Yaşamak girmesin içeriye.

Hayır, kimse inanmıyor sözüme,
Ve bakıyor bana gülerek.
Yoksa bir ben mi yaşıyorum,
Yoksa bir ben miyim ölecek!

Fazıl Hüsnü Dağlarca