Amerika’da henüz siyahilere verilen özgürlüklerin beyazların pek içine sinmediği dönemde bir otobüste siyahiler mi beyazlar mı önde oturacak diye kavga çıkmış. Otobüs şoförü önce bütün yolcuları aşağıya indirmiş ve eşitlik üzerine güzel bir nutuk çekmiş.
Sonunda da, “Bırakın siyahı beyazı. Farzedin ki hepiniz yeşilsiniz!” demiş ve eklemiş “Hadi bakalım şimdi açık yeşiller öne koyu yeşiller arkaya!”
Amerika’da bu olay ne zaman oldu bilmiyorum ama bizde ne yazık ki bugün bile ayırım var. Sadece beyazlar ve siyahların yerini AK’lar ve KARA’lar almış.
AK’lar yani AK Partililer ve biz AK Partili olma bahtiyarlığına erişemeyen BahtıKARA’lar.
Andrew Heywood Siyaset adlı kitabının girişinde; “Siyaset bir diyalogdur, asla bir monolog değildir.” der.
Biz de ise siyasette sadece monolog var. Monologu yapan kişi belli ve herkes o bir kişinin ağzından ne çıkacak diye bakıyor.
O zat yine konuştu ve; “Beyaz Türkler, köpeklerinize sahip çıkın!” dedi, muhalefet için de “Kavgadan fırsat bulurlarsa çilingir sofralarında keyif çatarlar!” dedi.
Önce şunu belirtelim ki bizim bildiğimizin Türk vatandaşlığının beyazı siyahı yoktur. Ama sayelerinde AK’ı oldu. AK Parti'nin ileri gelenleri her konuda dilediğini yapabiliyorlar.
Biz, çilingir sofrasında oturan BahtıKaralar ise devamlı azarlanmaya, tehdit edilmeye, terörist ilan edilmeye mahkumuz.
Sakın şikayet ediyorum sanmayın. Çilingir sofrası; üzerinde hafif yemekler, meze ve içki bulunan tepsi, alçakgönüllüce düzenlenmiş içki sofrası, anlamına gelir.
Doğrusunu isterseniz biz Cumhuriyetin tüm kazanımlarını yiyenlerin dillere destan sofralarında oturmaktansa, çilingir sonrasında oturmayı her zaman tercih edenlerdeniz.
Sayın Cumhurbaşkanımız müthiş bir ironi daha yapmış aynı konuşmada ve “Ülkemizin 20 yıllık kazanımlarını yok etmeyi hedefleyenler hemen seçim çağrılarıyla ortaya döküldü.” demiş.
Temel kendisini yüzme takımından kovalayan hocasına sitem etmiş; “Yahu hocam ayıp ettinuz! Havuza işeyen sadece penmiyum? Hiç insan havuza işedu diye takimdan atilur mi. Herkes işemiştur.”
Hocası terslemiş Temeli; “Ulan, edepsiz, belki herkes havuza işemiştir ama hiç birisi bunu senin gibi tramplenin üzerine çıkarak göstere göstere yapmamıştır.”
20 yıldır göstere göstere Cumhuriyetimizin içine edenler, bizi ülkenin 20 yıllık kazanımlarını yok etmekle suçluyorlar.
Vallahi ne diyelim; “Pes artık!” diyeceğim ama pes ettik zannedecekler.
Pes etmek yok.
Demokrasilerin kalitesinin KRALLARA değil KURALLARA bağlılıkla ölçüldüğünü ve o kuralların da evrensel hukuk kuralları olduğunu anlatıncaya kadar mücadeleye devam edeceğiz.
Neyse, üç gün sonra yılbaşı. Biz siyaseti bırakalım da bir kaç cümlede yılbaşı için edelim.
Konu yeni yıl oldumu hep yeni umutlar ve hep iyi dilekler gelir insanın aklına.
Tabii bir de hediye konusu.
Temel'e sormuşlar; “Yılbaşında Fadime'ye ne hediye alacaksın?” “Kırmızı don.” demiş Temel ve eklemiş, “Giyer o sevinur, çikarur pen sevinurum!”
Hediye konusunda hepimiz Temel kadar becerikli değiliz elbette. Ama şunu unutmayın ki; hediye verecek bir yüreğe ve hediye verebileceğiniz insanlara sahipseniz, bu aslında size verilmiş çok büyük bir hediyedir.
Hediye ve büyük kelimeleri yan yana gelince aslında durum biraz karışır. Çünkü hediyenin, insanın ekonomik gücüyle de doğrudan ilgisi vardır. O yüzden bazen büyük bir hediye beklemek büyük hayal kırıklığı yaşamaktan başka bir sonuç doğurmaz.
Yılbaşından iki gün önceki sabah Fadime en şuh sesi ile Temel'e seslenmiş;
- Temel! Gece rüyamda ne gördüm piley musun?
- Ne gördün Fadume?
- Pu akşam eve elunde çok güzel bir paketle geleyisun.
- Eeee?
- Ben de paketu heyecanla açayrum ve içinden pir inci kolye ve bir tek taş yüzük çıkayi! Sence pu rüyanun anlamı ne olabilur?
Temel gülümsemiş ve “Merak etme Fadume!” demiş “Akşam rüyanun anlaminu öğrenirsun. Akşam olmuş ve gerçekten de Temel elinde güzel bir paketle eve gelmiş. Fadime gözlerine inanamamış ve heyecanla, paketi açmış. Bir de ne görsün? Paketin içinde bir kitap ve üzerinde; 'Rüya Tabirleri' yazıyor.
Evet, siz siz olun Fadime gibi; önce büyük beklentiye girip sonra da büyük hayal kırıklığına uğramayın.
Hediye krizinden sonra Temel ile Dursun iki ayyaş yılbaşı akşamı gene çilingir sofralarını kurmuş içiyorlarmış.
Temel; “Geç oldi, yenge senu peklemesun?” deyince Dursun; “Sen penu merak etme, kenduni düşün uşağum.” demiş ve eklemiş, “Emune’ye öyle pir makine aldum ki sifurdan yüze 5 saniyede çıkayi. O yüzden pir hafta eve gitmesem sorun değul!”
Temel altta kalır mı; “Ona pakarsan pen pir ay gitmesem Fadime gıkını çıkarmaz.” demiş ve eklemiş, “Çünkü pen de ona öyle pir makine aldum ki sıfırdan yüze pir saniyede çıkayi!”
Dursun şaşırmış ve; “Ula pen Emune’ye son model bir araba aldum. Sen hangi arapayi aldun da pir saniyede sıfırdan yüze çıkayi?”
“Araba aldiğimu da kim söyledu da? “ demiş Temel ve rakısından bir yudum alarak devam etmiş; “Pen Fadume’ye panyo paskülü aldum!”
Dedim ya hepimiz Temel gibi hediye konusunda uzman değiliz. Ama tatlı bir tebessümün, güzel bir sözün, yürekten bir bakışın çoğu zaman en pahalı hediyeden daha değerli olduğunu da asla unutmayalım.
Ha, bir de son fıkrada iki ayyaş deyince nedense aklıma geldi. Bize en büyük hediyeyi; bu vatanı ve demokratik, laik Türkiye Cumhuriyetini hediye eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü de hiç unutmayın.
Bu kadar hediye deyince: Ben de birden ümitlendim. Benim 2022’den özel isteğim bana bir Erken Genel Seçim hediye etmesi.
Ne yapayım? İzmir’in kurtuluşunun, Cumhuriyetin kuruluşunun 100. yıllarını bu iktidarla kutlamak istemiyorum.
İçinizden ümit, kalbinizden sevgi, yüzünüzden tebessüm eksik olmasın.
Yeni Yılınız; sağlıklı, mutlu, bereketli ve kutlu olsun!
Sevgi ve saygılarımla...