Akşehir'de köhne bir binanın geniş sayılabilecek bir odasında Gazi Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Çakmak Paşa ve Cephe Kurmay Başkanı Asım Bey toplantı halindeler. Düşmana vurulacak son darbenin başlama tarihi saptanmakta.

Karar veriliyor; Büyük Yürüyüş 14 Ağustos günü başlayacak. Günün bir özelliği var. Asım bey gözlerini pencereye çeviriyor:
“Yunanlılar geçen yıl Sakarya'ya doğru yürüyüşe 14 Ağustos günü başlamışlardı” diyor. Fevzi Paşa zor duyulabilir bir sesle; “O uzun yürüyüşle bizi aldatıp güya baskın vereceklerdi. Baskın nasıl olurmuş şimdi görecekler” diyor.
Kolay olmamıştı Mustafa Kemal ve arkadaşlarının bu karara varması. Sakarya Savaşı’nın üzerinden bir yıl geçmiş, zafer kazanmasına karşın yıpranan ordunun toparlanması çok eziyetli geçmişti.
Büyük Yürüyüş'ün tarihinin belirlenmesinden bir gün önce Mustafa Kemal Paşa'nın başkanlığındaki toplantıda Fevzi Paşa planı şu sözlerle açıklıyordu: “Aylardır üzerinde çalışılan planın esası silahça ve sayıca bizden üstün olduğunu bildiğimiz düşmanı, bir darbede çökertmektir. Bunu ancak bir baskınla sağlayabiliriz. Bunun için kuvvetin büyük bir kısmını tam bir gizlilik içinde Afyon'un güneyinde toplayacağız.”

***

Yakup Şevki Paşa'nın itirazları vardı plana: “Yüz bine yakın insanı Afyon'un kuzeyinden güneyine kaydıracaksınız ve düşman bunu sezmeyecek. Buna imkan yok! Nakliye kollarımız yetersiz, yürüyen orduya cephane yetiştirebilmeleri mümkün değil. Afyon tahkimatını da incelettim. Biz burayı bir günde de, iki günde de yaramayız. Hayal görmeyelim. Ayağı çarıklı askerle, o sarp vahşi arazide düşman mevzilerinin ve direniş merkezlerinin karşısında çakılıp kalırız.”
İsmet Paşa planın uygulanmasında ısrarcıdır: “Uğraşa-uğraşa ancak bir yılda, düşmanla az-çok denk bir hale gelebildik. Bunu memleketin imkanlarını sonuna kadar zorlayarak elde edebildik. Bir daha bu gücü yaratamayız. Bu yüzden bu sefer kesin sonuç almak, savaşı bitirmek zorundayız. Bunun için de tehlikesine rağmen bu planın uygulanmasından başka çare göremiyorum.”
 Yakup Şevki Paşa direnişi sürdürmektedir: “Yapmayın! Buna karar verirseniz tarihe karşı büyük vebal altında kalırsınız. Adama vatan haini derler. Hepimizi Meclis'in önünde asarlar.”


 

***

Toplantı sabaha kadar sürer. Çıkan sonuç 'Büyük Taarruz' un ilk adımı olan 'Büyük Yürüyüş'ün 14 Ağustos'ta başlamasıdır. Aynı günlerde Trakya'daki birliklerini İstanbul'a yürüten Yunanlılar, tarafsız bölgede Fransız birlikleri ve Türk jandarmalarınca durdurulmuştur. Peki İstanbul'da neler olmaktadır? İngiliz Yüksek Komiseri Sir Harold Rumbold Saray'da Padişah Vahdettin ile görüşmektedir. Rumbold'un İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a yaptığı açıklama bir ibret vesikasıdır: “Barış ümidimi sordu. İngiltere'nin her barış çabasına öncülük ettiğini, bu çabaların başarısızlık sebebinin Ankara'da aranması gerektiğini anlattım. Milliyetçi liderlere karşı ağır hakaretlere başladı. Onların bir hükümet değil, bir asiler ve ihtilalciler topluluğu, İttihatçı ve Bolşevik olduklarını söyledi.”
Sir Harold Rumbold, bu görüşmeyi daha sonra inanılmaz bir durum olarak nitelemiş ve şöyle demişti: “Türk Sultanı düzenini korumak amacıyla Sakarya Savaşı'nı kazanmış Türk Ordusu'nu silahla yok etmek istiyor, daha da şaşırtıcı olanı yok edebileceğini sanıyor. Böyle birine ne denir?”
Ne denildiğini tarih açık ver seçik olarak yazacaktı. Dönemin satılık kalemi Ali Kemal aynı günlerdeki makalesinde: “Tehlike üzerimize doğru yürüyor. İzmir'i, Edirne'yi kılıçla kuvvetle kurtarmak, Yunanlıları denize dökmek tasavvuru, bir rüya idi, bir hülya oldu. Ankara'nın iç ve dış siyaseti iflas etmiştir.”
İşte içeride hainler, dışarıda emperyalist düşmanla mücadele böyle başlıyor, 14 Ağustos'taki 'Büyük Yürüyüş' 26 Ağustos'taki 'Büyük Taarruz'un' ilk adımını oluşturuyordu.