Çeşme özellikle Alaçatı diğer yıllara nazaran son derece sakin bir bayram geçirdi.
Her bayram gerek caddeler gerek plaj ve mekanlar mahşeri kalabalık yaşarken bu kez ortama sadece tatlı kalabalık diye tabir edebileceğimiz insan sayısı hakimdi.
Ticaretten para kazanmayan ve burada yaz/kış yaşayanlar için bulunmaz bir nimet tabii.
O nereye saldıracağını bilemeyen şehirli kalabalığı ve görgüsüzlüğü yoktu en azından.
Ne yalan söyleyeyim kendi adıma durumdan gayet memnunum.
Ama işletme sahiplerinin, esnafın yüzünden düşen bin parça.
Belki de artık oturup biz nerede yanlış yaptık diye düşünmenin zamanıdır.
Hatta ve hatta belki bunu için bile artık çok geçtir.
Alaçatı’nın dibine dinamiti önce babadan kalma metruk binalarını fahiş fiyatlara kiralayan yerli halk döşedi.
Fitili de o fiyatlara balıklama atlayanlar ateşledi.
Acımasız ve kaçak avlanmayla tüketilen deniz, altından pahalı deniz mahsülleri, devletin alkol tüketimine son vermeye yönelik insanları hidayete erdirme çabası, yani dünyanın en uçuk alkol vergisi vs. derken…
Eh tabii o yatırımlar, o masraflar, o kiralar nasıl çıkacak?
Müşteriye kesilen hesaplarla tabii…
Cebinde iki kişi için günde harcayacak 1500/2000 liran yoksa hiç zahmet edip de buralara gelme güzel kardeşim.
Makul fiyatlar karşılığı denize girecek yer bulman zaten zor.
O meşhur beach’lerde ise denize giren, yüzen, deniz sporları yapan falan zaten hak getire.
Artık sahil şeridi hem gündüz, hem gece aynı formatta.
Bangır bangır müzik… Parti parti üstüne…
Gece müzik yasağı erkene çekilince işletmeler de böyle bir çözüm buldu herhalde.
Sabahın köründen itibaren verelim coşkuyu ki satış yapalım. Sonuçta denizde kulaç atmak, şezlonga uzanıp kitap okumak, güneşlenmek adisyona kar olarak yansımıyor.
Millet yiyip içecek, özelikle içecek ki o yatırımlar geri dönsün.
***
Dönmüyor işte, artık dönmüyor.
Çeşme kendi bindiği dalı kesmeye devam ediyor..
Artık burada yaz kış yaşayanlar dışarıdan gelen arkadaşlarına kolay kolay mekan önermiyorlar.
Çünkü genelde geri dönüşler “kazıklandık” şeklinde oluyor ve bir mahcubiyet yaşatıyor.
İstanbul’dan gelecek “birkaç” kolay para harcayana “birkaç” gün hitap edeceğiz diye burada yaşayanları küstürdüler anlayacağınız.
Sonra sezon neden erken bitti ve biz niye para kazanamadık diye üzülüyorlar.
Gerçekten değil mi? Neden acaba?
---------
Pahalı başka fahiş başka
Bu arada yukarıda yazdıklarımın tamamen yanlış anlaşılmasını da istemem.
Söz konusu yarım ada ve Alaçatı, bedava plajlarının çer çöp içinde bırakılmasını, sokaklarında sadece köfte ekmek satılmasını da hak etmiyor.
Çünkü bedava plaj ve ekmek arası köfte kovalayan kitle ne yazık ki en başta doğaya saygı duymuyor. Güzelim Ilıca plajının, henüz parsellenmemiş Alaçatı koylarının halini görüyoruz işte. Arkalarında hiç utanmadan bir çöp yığını bırakıp gidiyorlar. Her akşam…
Alaçatı sokakları bedava bulduğu hayır lokmasını beğenmeyip yola fırlatan, çocuğunun yarım bıraktığı dondurmayı ilk bulduğu evin penceresine yapıştıranla da dolu.
Ne insana ne çevreye saygısı olmayan bu kitleyi uzaklaştırmak için bir fiyat politikası uygulanmalı.
Ama bunun bir orta yolu da bulunmalı.
Gözünüzün içine baka ‘kazıklanmak da’ bir yere kadar hani…
Tamam anladık deniz mahsulü, et ve alkol ister istemez pahalı… Ama o zaman hiç olmazsa iki çatallık mezeleri abuk sabuk fiyatlara satmayın mesela.
Bütçesi kısıtlı olan zaten bu mekanların kapısından geçmiyor. Ama cebinde parası olanların da alnında neonla ‘enayi’ yazmıyor.
Ayarımız yok ayarımız.
Vur deyince öldürmeye pek meraklıyız.