Yazı biraz daha dikkat çeksin diye, kışkırtıcı bir başlık kullandım. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı yaklaşıyor. Dünyada çocuklara armağan edilmiş, ülkenin kimlik ve kişiliğiyle bütünleşmiş böylesi bir onur gününü, içinde debelendiğimiz ahval ve şerait içinde bilmemnasıl kutlayacağız? Yıllardır söylemekten bıkmadığım ama ne yazık ki karşılığını göremediğim için üzüldüğüm bir gerçek var: bilmediğimizi ve anlamadığımızı anamayız ve anlatamayız. İçselleştirmediğimizi ve hayattaki karşılığını aramadığımızı ise ne kutlayabilir ne de bayrama çevirebiliriz. Mesela 23 Nisan’ı kalaylı kumaştan takım giymiş bir takım adamların ve tayyör karavel saç kombini içindeki bir takım kadınların protokol muhabbetine döndürürüz. Bu tuhaflık içinde çocuklarımıza düşen görev de; sabahın köründe uyandırılmak, bir takım sözler ve şarkılar ezberletilmek, isteyip istemedikleri sorulmayan bir takım saçma kıyafetlerin içine sokulmak, ite kaka sahneye çıkartılıp indirilmek olur. Abarttığımı düşünenler ya çocukluklarını unutmuşlar ya da bilinçaltlarına gömenlerdir ya da yüzleşmeden korkanlardır, kimse kusura bakmasın.

Yerel yönetimler başta olmak üzere, çalıştığım her yerde bu tür günlerin “tematik” içeriklerle donatılmasını savundum. Mesela 23 Nisan’ın yalnızca ront ve saçma sapan kıyafetler giydirilmiş çocuklarımızın, ne söylediğine dair zerre kadar fikre sahip olmadıkları o şiirleri çığlık çığlığa söyleme günü olmadığını anlamak için, Başöğretmenin çocuklara dair söylediklerini okumak yeter.

Çocuklarımız 23 Nisanlarda elbette özgürce, çocuklukları bin travma içinde geçmiş ceberutların höt zötü olmadan gülmeli oynamalı eğlenmelidir. Bu işin onlardan yana olan kısmıdır. İşin ulusal egemenlik, TBMM, Cumhuriyet ve bunların çocuklarla ilişkisi kısmıysa, büyüklerin işidir. Bir başka deyişle, ne halde olduklarına dair yüzleşme cesaretini gösterme mesaisini oluşturmalıdır. Kendilerini her şeyden azade sayıp, kendi hayatlarına yön verememiş bir takım hasta ruhların, çocuklarımızın hayatlarını belirlemeye kalkışması ne acınası bir durumdur. 23 Nisanlar çocuklarımızı bu gerici, yobaz, sakil, baskıcı, faşizan cendereden kurtarmanın anımsandığı ve davranıldığı günlere dönüştürülmelidir.

Örneğin bu yılın 23 Nisan’ı, “Çocuk ve Sanat” temalı olmalıdır. Çünkü hayatı, bugünü ve geleceği bin sömürüye terk edilmiş bu ülkenin, en büyük sömürü ve kirlenme alanlarından biri, hemen kurutulması gereken ve çocuklar için sanat üretildiği iddia edilen bataklıktır.

Yılda en az on beş kentte binlerce çocukla buluşur, söyleşir, kitap imzalarım. Her söyleşimin sonunda öğretmenlere ve yetişkinlere adeta yalvarırım: “Lütfen çocuklarınıza kitap alırken, tiyatro izletirken yakındığınız gericiliğin, ilkelliğin, zevksizliğin, arabeskin gizle tedarikçisi olmayın. Yemediğiniz bir yemeği nasıl çocuklarınıza yedirmiyorsanız, onların ruhlarını, zevklerini, pedagojik ve psikolojik gelişimini mahvedecek kitapları, oyunları, filmleri onlardan uzak tutun!”

Dört sözcüğü bir araya getirmekten aciz, seslendikleri kitleye dair en küçük fikri olmayan, daha da beteri yoz ve yobaz içerik ve üslupla onların dünyalarını şimdiden katleden tipler, ne yazık ki bu alanda fink atmaktadır. Bugün kendine kitapçıyım diyenlerin rafları, bu herzelerle doludur. Hayatlarında dört kitap okumamış, üç aydınlık pencere edinmemiş ama para kokusunu hissetmiş hastaların zehirli işlerinden, çocukları uzak tutun.

Bu tiplerin en çok dolaştıkları yer “Çocuk Tiyatrosu”dur. Hemen tamamı kayıt dışı, merdiven altı, korsan işlerden oluşan bu alan, alacakları komisyondan başka bir şey düşünmeyen, tiyatroya hele ki çocuk tiyatrosuna dair en küçük fikri olmayan, dört tane kıytırık yobaz öğüdün mide bulandırıcı biçimde işlendiği laf kalabalığını tiyatro zanneden idareci işbirlikçiler sayesinde, her adımda çöplüğü büyütmekte, akıl ve algı cinayeti işlemektedir.

Çok iddialı ve çok sert sözler ettiğimi düşünenleriniz vardır. Bu satırlar 45 yıllık yazarlık ve yönetmenlik yapmanın, 25’ten fazla çocuk oyunu 5-6 çocuk romanı-masalı yazmanın deneyimiyle, 10 yıldan fazla İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğünde “Okullarda Oynanacak Oyunları Değerlendirme Komisyonu”nda çalışmanın birikimiyle, doktora tez konusunu Çocuk Tiyatrosu olarak seçecek kadar sorumluluk ve duyarlıkla yazılıyor. “Bu kadar iş yaparken, eleştirdiklerime benzediğim zamanlar oldu mu?” korkusunu da bunlara ekleyin lütfen

 Şimdilik bu adamı bu kadar sinirlendiren, çığlık attıran şey ne diye düşünün. Çocuklarınızın ne okuyup izlediğine bakın, bir de dünün çocukları olan bugünün büyüklerinin niye bu kadar saçmaladıklarını, ülkenin ve dünyanın neden bu halde olduğunu, Türkçemizin, algımızın, estetiğimizin, hayata bakışımızın neden bu kadar lime lime olduğunu merak edin.

İnanın kısa süre sonra birlikte çığlık atacağız. Çünkü söz konusu olan çocuklarımızdır!

O yüzden, yeri geldikçe bu bağlamdaki örneklerimi, önerilerimi okuyorsunuz, okuyacaksınız.