Peşinen özür diliyorum herkesten. Çünkü “köşe yazarının” köşesi kendisinin değildir. Ama bugün “benimle ilgili” bir gün… Bugün “kendimden” bahsederek başlayacağım.
17 Ağustos 1968 Cumartesi. Saat 11.30 civarı. Buca SSK Hastanesi. Girit göçmeni bir işçi baba ile bir ev kadınının ilk oğlu ses verip nefes verdi dünyaya. O oğul şimdi, bugün yarım asırı 3 yıl geçen yaşamında bu satırları yazıyor her şeye rağmen şükrederek.
Bendenizin doğum günü bugün dostlar…
Köşe yazarlığı yaşamımda bugüne kadar doğum günüm yazı günüme isabet etmemişti galiba. Ya da yaşlılığa adımlarında bu yıl fazla duygusallaştım da böyle oldu.
Umarım affedersiniz beni bugün. Öyle uzun uzun da yazmayacağım. Ama okurlarıma, dost bildiklerime, dost sandıklarıma, bana düşman olanlara, sevgisini sunan ya da esirgeyenlere bir çift sözüm var, onun için yazıyorum.
Bir 53 yılım daha olmadığını biliyorum. Tabii ki insan bilemez son gününü ama, bir 53 yıl daha olsa, bugünkü gibi olamayacağımı tahmin edersiniz.
Şanslıyım, hiç zengin olmadım ve doğmadım. Ama “arka sırada arka mahallede” lakin bir zamanlar temiz, dürüst insanların yaşadığı kadim bir İzmir mahallesinde, Çimentepe Yayla’da doğdum, Ballıkuyu Kireçlikaya’da büyüdüm. Büyüdüğüm evin altından şimdi antik tiyatro sıraları çıktı. Fatih Mehmet’te başladığım İlkokul günlerim Topaltı’da mezuniyet verdi. “Yavrukurt” oldum, şiirler okudum. Mikrofona tutulduğum ilk zaman sanıyorum üçün sınıftı. Sonra Basmane yıllarım başladı. Tam 6 yıl o hep bahsettiğim 200 yıldır el değmemiş, ilgi görmemiş gizemli yokuştan indim çıktım Şehit Fethibey Ortaokulu ve Lise sınıflarıma.
1968’de “Atatürk” sevgisiyle doğdum ama öldüğümde ülkem nasıl olacak bilemiyorum. Çünkü gittiğimiz yol, yol değil. Kibir ve cehalet adeta köşe başlarını ele geçirmiş. Ders alınmadığı için tekerrür eden tarihi yaşarken, tek umudum o tarihin korkunç neticesini bir daha yaşamamamız!
Mucize kabilinden yaşadım 50 yılı. Ankara ve İstanbul yıllarından sonra 1993’ten beri de yeniden İzmir’de, baba ocağındayım. Öyle hatasız, günahsız, yanlışsız değilim tabii ki. Sıradan bir “insan” olabildiysem ne mutlu bana. Dost sandıklarımdan yaşadığım hayal kırıklıklarıyla özellikle 2009 sonrası dibi de gördüm ama, 54. yılımda “güven” ve “dayanışmanın” sadece roman kavramları olduğunu da biliyorum artık. Düşene bir tekmenin atılmasının “gelenekten” sayıldığı, insanlık değerlerinin ucuz Çin malları gibi tezgahlara düştüğünü, inancın dahi ticaret aracı olduğunu biliyorum artık. Zenginin daha zengin olması için her türlü ahlaksızlığı, riyakarlığı yapmasının da “değer” sayıldığı yıllar bu yıllar. Siyasetçinin sadece seçilirken “halkçı” olduğu, söz konusu maddi menfaatse, siyasi ayrılıkların da teferruat sayıldığı düzende giriyorum yeni yaşıma.
Velhasıl, yeni yaşımda inatla inanıyorum ki, “kula kulluk etmedim” bir saniye bile… Düğmemi iliklemedim insanların önünde. Derdim gök kubbede hoş sada bırakmaktı geçen yarım asırda. Yaşarsam sağlıkla bir 10-20 yıl daha, tek muradım sonucunu görmektir inançlarımın. Şan şöhret, makam mevki, han hamam, para pul benim olmasın. Ama çevremde de kibirli, kula kulluk eden şeytan hizmetkarları bulunmasın yeter bana. Nasıl olsa bu dünya birkaç “iyi insan” hürmetine dönüyorsa, mutlaka ben de bir dilim ekmek ve bir bardak su bulurum bir yerde.
Canınızı sıktıysam affedin… Okurlarım olduğunuz için çok mutluyum. Umarım uzun yıllar daha birlikteyiz.
1968-2021… Çoğu gitti azı kaldı, kim bilir?
Ama özlediğim bir şey var biliyor musunuz? Fotoğraflardan birinde çok küçük yaşımda, oyuncak atımın üzerinde çekmiş beni rahmetli babam. Keşke o at olabilse de alıp beni götürse. Bir de Topaltı İlkokulu sinema salonunda, bir bayram töreninde okuduğum şiir. Onu hatırlasam yeter bana galiba.
***
PEKİ 'ARAPÇA' NEDEN?
22 yıl önce yaşadık o büyük depremi. Bir ağustos sabaha karşı sarsıldı yer ve binlerce vatandaşımız canını verdi. Aylarca haber oldu, gündem oldu, devlet ve millet seferber oldu 17 Ağustos 1999 mağdurları için.
Sonra, deprem konusu ulusallaştı. Kanunlar, mevzuatlar, bakış açıları değişti.
Acaba gerçekten değişti mi?
30 Ekim’de Bayraklı’da can verenleri ve ardından olan bitenleri hızlıca aklımdan geçirdiğimde, kalbimde bir huzur hissedemiyorum. Ne yazık ki, 1999 yılının 17 Ağustos’undan, siyaset ve idarecilerin zerre kadar ders çıkarmadıklarına da şahidim. 1999 sonrası artan “siyaset+müteahhit” birlikteliklerinin, kasabalardan kentlere, gökdelenlerden HES’lere, RES’lere kurbanları hep ve sürekli bizler, yurttaşlar oluyoruz.
Ve artık o şeytani gerçekle yaşamayı öğrendik galiba:
Deprem olur, ölen ölür, kalan yalnızlaşır bu ülkede! İşte bu kadar.
Bugün Bayraklı depremi sonrası bir tek iş bile insani yürümüyor. “Can pazarı” apaçık “rant pazarına” döndü. Arsız müteahhitlerin ve emlak spekülatörlerinin, vampir gibi mağdur ve korkmuş vatandaşların nasıl kanlarını emdiklerini biliyorum. İnsanların ahir ömürlerinde alabildikleri bir evciği bile “ham yapmak” için nasıl tezgahlar kurulduğunu ve bu tezgahlarda asla “siyasi ayrımların” olmadığını da biliyorum. Kira ve satılık evlerin nasıl “tek elden” fahiş fiyatlara döndürüldüğünü herkes bildi ama, devlet vatandaşın yanında olamadı! Şimdi Başkan Tunç Soyer’in beklediği imzayı atmayanlar da gelecek seçimlerde oy istemeyi hangi yüzle bekleyecekler ibret ve dehşetle bekliyorum. Bayraklı’yı da İzmir’i de “birileri” tıpkı 100 yıl önceki gibi zorunlu “demografik” değişime tabi tutmaya çalışıyor belki de… Bunu ileriki zamanda daha net göreceğiz inanın.
Önceki cumartesi evimden yürüyüşe çıktım. Çamkıran pazaryeri yanında bulunan ve depremde hasar gördüğünden boşaltılan Çamkıran Ortaokulu’nun etrafının kapatıldığını ve “Türkçe, İngilizce, Arapça” anlatımlı tanıtım yazılarıyla donatıldığını fark ettim. Geçen hafta Bostanlı’da bir okul arazisine “mülteci okulu” yapılacağı iddiasını hatırlayınca, burada da aynı işlemin yapılacağını sandım. Ardından da “Vatandaşa doğru bilgi verin. @izmir_ilmem, Bostanlı'dan sonra Manavkuyu'da da AB fonuyla mülteci okulu mu yapıyorsunuz? Çamkıran Ortaokulu hasar yüzünden kapanmıştı. Peki şimdi? @yskosger @yahsiomer @AtillaSertell @tcmeb” diye tweet mesajı attım fotoğraflı. Bir saat geçmeden İzmir Valisi Sayın Yavuz Selim Köşger yine tweet ile benim mesajıma cevap verme nezaketi gösterdi.
Şunları yazdı Vali Bey: “Kriz zamanlarında herkes için eğitim kapsamında eğitim altyapısının güçlendirilmesi projeleri Avrupa Birliği finansal desteği ile Millî Eğitim Bakanlığımız tarafından AB kaynakları kullanılarak 19 ilimizde toplam 410 okul inşa edilmektedir. Okulların tamamı devlet okuludur. İzmir ilimizde toplam 500 milyon TL yatırım ile 20 okul inşa edilmekte olup 4 adet okul tamamlanmış ve İzmirli öğrencilerimizin hizmetine sunulmuştur. İnşası devam eden okullarımız İzmir'imizin çocukları için bölgenin ihtiyacına göre belirlenmiş ilkokul, ortaokul ve Anadolu lisesi olarak yapılmaktadır. Okulların inşası tamamlandığında Bölgede yaşayan tüm öğrencilerimizin hizmetine sunulacaktır.”
Öncelikle sıradan bir vatandaşın mesajını dikkate alıp cevap vermeyi hep yapan Vali Bey’e teşekkürler. Ancak Vali Bey’in mesajı kafamı iyice karıştırdı.
Yazılanlar çok hoş. Yazıldığı gibi olacaksa lafım olmaz. Ama madem “İzmirli çocuklara” bu okullar, anlatımda “Arapça” neden? Ortaokul ya da ilkokul çocukları Arapça mı konuşuyor? Ya da bizim bilmediğimiz, sadece Arapça bilen çocuklar mı var ortalarda? İngilizce olmasını, projenin AB tarafından finansal desteklemesine bağlıyorum. Fakat AB ve ABD’nin mülteci konusunda uzun vadede, tıpkı eski zamanlardaki gibi “oyun” oynayacağından da kuşkuluyum.
Bu günlerde “mülteci”, “muhacir”, “mübadil”, “sığınmacı”, “göçmen” kavramları birbirine karıştı. Ve bu kavramların hemen ardından gelen o korkunç kavram: Provokasyon!
Ne yazık ki tarihimizde hem de İzmir tarihinde bir yandan “göçenler” bir yandan da “provokasyon” hep oldu. Demek ki benim de yazmam lazım!
***
GÜLE GÜLE SANCAR BABA…
İzmir kendisine en âşık adamı kaybetti. Sancar Maruflu yok artık. Şimdi bize kim neyi hatırlatacak bilmiyorum. Ama Sancar Maruflu hep hatırlanmalı. Vefa duygusunun markasıydı çünkü. Kan kustuğunda, kızılcık şerbeti içtiğini söylerdi hep. Kendisine ihanet edenleri bile tebessümle karşılardı. Sancar Maruflu İzmir demekti. İzmir’i İzmir’e yabancılaştıranlar ne yazık ki son 20-30 yıldır Sancar Baba’yı da kahretti. Şu günler geçsin, yazacaklarım var size.
ÖNEMLİ NOT: Bayraklı Belediyesi sınırları içindeki Çamkıran Pazar esnafının derdi var. Sabit tezgâhları, kimliği belirsiz kişilerce çalınmış. Hırsızların çevreden olmasının mümkün olmadığı, deprem yüzünden Bayraklı’da sektörleşmiş bazı grupların olduğu söyleniyor. Bayraklı Kaymakamlığı, Belediyesi ve Emniyeti sanırım rehavete kapılmış. Pazarın kamera sistemi de çalışmıyor deniyor benden söylemesi.