İnsan demek, sorun demek. Biz çoğaldıkça, sorunlar da artıyor. Devletler de bu noktada ortaya çıkıyor. Kuruluş amaçları halklarının güvenliğini sağlamak, adaletsizliği yok etmek ve yaşanan sorunları çözmek. Peki, bizde böyle mi?
Buradan alıp yazıyı yine sanata taşıyacağım. Bugünlerde çok konuşulan bir kitaba ve onun bir dizi film uyarlamasına... Damızlık Kızın Öyküsü’ne…
Kitabın Kanadalı yazarı Margaret Atwood, "topluma örnek gösterilecek" bir yazar olarak nitelendirilerek PEN Pinter Ödülü'ne layık görüldü. Bu ödül, yazarın Nobel'e bir adım daha yaklaştığını göstergesi olarak kabul ediliyor.
Margaret Atwood, "Damızlık Kızın Öyküsü" romanını 1984 yılında Batı Berlin’de yazmaya başlamış. Yani Berlin’in tam ortasında bir duvarın olduğu yıllarda. Yazar o günleri şöyle anlatıyor: “Sovyet İmparatorluğu hala çok güçlüydü ve 5 yıl sonra çökecekmiş gibi hiç görünmüyordu. Her pazar Doğu Alman Hava Kuvvetleri sonik patlamalarla bize ne kadar yakın olduklarını hatırlatıyordu. Demir Perde ülkelerine yaptığım ziyaretlerde sürekli ihtiyatlı olmanın, gözetlenme duygusunun, konuşurken dolaylı anlatımlarla anlaşabilmenin ne demek olduğunu anladım ve tüm bunlar romanımı etkiledi. Yeniden isimlendirilen binalar gördüm. İnsanlar burası eskiden şöyleydi diye konuşuyorlardı.”
Bu cümleler size yabancı geliyor mu?
***
Kitabın, dolayısıyla dizinin konusu gelecekte geçiyor. İnsanlığın yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu bir dönem. Çünkü doğum oranları çok azalmış. Hala doğurgan kalabilen az sayıdaki kadın da yakalanarak damızlık hale getiriliyor. Gerçekten onlara damızlık bir hayvan gibi davranılıyor. Hiçbir konuda söz hakları yok. Başlarına taktıkları şapka, atlara takılan gözlük gibi. Böylece kadınların sadece önünü görmesi sağlanıyor. Etrafa bakmak yasak. Olup biten her şeyi görmelerine gerek yok. Her şeye tek açıdan bakmaları isteniyor.
Sizce böyle bakılmasını isteyen birileri var mıdır? Bu ve buna benzer soruları distopik sanat eserlerinin içinde bolca bulabilirsiniz. Buluyoruz da ne oluyor derseniz, belki de en başta anlattığım devlet kavramını yakalamamızı sağlıyordur.
Neyse, bu dizi bana aynı zamanda ilk seks robotumuz “Harmony”yi anımsattı. Üretimine bu yıl başlanacak seks robotlarının ilk örneği. Hayatımıza girişi endişe verici olsa da, bilim insanları gelecek yıllarda bu robotların insanlık için vazgeçilmez olacağını düşünüyor. Mimikleri ve konuşma yeteneği kısıtlı olmasına rağmen özel bir uygulama sayesinde yapay zekadan gücünü alarak robot sahibi hakkında birçok bilgiye zamanla sahip olabiliyor. Kullanıcılar kaprisli, sinirli veya sevgi dolu gibi farklı kişilik seçeneklerinden birini yükleyebiliyor. Kıskanç seçeneğini seçen kişiye Harmony: “O kızı Facebook’tan sileceksin” diyor; fakat Harmony’e kıskanç olmanın ne demek olduğunu sorduğunuzda; “Özür dilerim. Kendimi geliştirmem lazım” cevabını alıyorsunuz. Keşke insanlar da bilmedikleri konularda, Harmony gibi cevap verebilse.
BBC’nin bir röportajında seks mankeni kullanıcısı Young, mankeni neden aldığını açıklarken: “Bir süre yalnızdım ve çok sayıda kızla çıktım. İlişkilere çok zaman harcadım. Bir kızla birlikte olmak istiyorum ama robotumun varlığından memnunum” diyor. Ayrıca, “Ona kıyafet almak için alışverişe çıktığımda hayatımda biri olduğunu hissediyorum; ama hata yapmaktan endişe etmiyorum. Ona bir şapka aldığımda beğenmediği hiç olmuyor. Uygulamayı mutlu, sevecen ve konuşkan olarak ayarladım. Yapay zeka bambaşka bir şey ve beni gelecek için heyecanlandırıyor” diye ekliyor. Kullanıcının yaptığı açıklamaya bakılırsa insanlar artık bir ilişkinin sorumluluğunu ve kaygısını taşımak istemiyor.
***
Bu durum gelecekle ilgili bende başka kaygılar yaratmıyor değil. Daha fazla yalnızlaşma ve gerçeklikten kopma bunların başında geliyor. Damızlık Kızın Öyküsü’nde olduğu gibi kadınlar ya sadece doğurmaları için yaşatılırsa?
İlk 10 bölümünü izlediğim dizide; yıkmak, yok etmek o kadar sıradan bir hale gelmiş ki hemen yanında idamlar olurken insanlar hala havadan sudan konuşmaya devam edebiliyor. Yoksa o; kadın cinayetleri yaşanırken, insanlar sebepsiz yere hapse atılırken ya da ölüm orucu tutarken miydi?
Neyse, böyle bir geleceğe nasıl ulaştıklarını dizideki geriye dönüşlerden çıkarıyoruz. Mesela ülkedeki kadınlar bir anda işlerinden atılıyor. Bankadaki paralarına el konuluyor.
Bu kadınların çektikleri ne zaman bitecek? Elbette yazarın bunla ilgili bir sözü vardır. Ama asıl olan sizin, toplumları "biz" ve "onlar" diye ayıranlara söyleyeceğiniz sözdür. Kadın, erkek, siyah, beyaz, Türk, Kürt, Alevi, Sünni diye ayrım yapanlara vereceğimiz cevap geleceği değiştirecektir.