[Ahmet Miskioğlu (1924-2015) İstanbul’dan yayımladığı iki aylık Türk Dili Dergisi’nin bütün sayılarında ön kapağın iç yüzündeki alt kesime şu notu düşerdi: “Türk Dil Kurumu 12 Temmuz 1932’de kuruldu. Türk Dil Kurumu’nu 19 Temmuz 1983’te kapattılar. Türk dilinin bağımsızlık ülküsünü ulusumuz yaşatıyor, yaşatacaktır.” Derginin yayını, Miskioğlu’nun aramızdan ayrılışının arkasından, yazar arkadaşlarının vedasını içeren 169. sayısıyla son buldu.]

ATILIM VE SALDIRILAR DÖNEMİ


Bizde “milliyetçi ve muhafazakâr” geçinen sağ kesimler, Atatürk’e bağlı görünseler de, devrimlerinden hep uzak durdular; öyle ki o sözcük yerine, anlamı belirsiz “inkîlap”ı kullandılar, Türkçenin özleşmesine soğuk baktılar. Özellikle altmışlı yıllardan başlayarak, Türk Dil Kurumu’nu karalamaya giriştiler; daha da ileri giderek, “komünizm propagandası” yapmakla suçladılar! 27 Mayıs’ı izleyen özgürlük ve demokrasi açılımına karşı, topluma yoğun bir “anti-komünizm” savuncası yaydılar. Bu “algı yönetimi”inden payını alan anlı şanlı “paşalarımız” bile, kendi eylemlerinin tetiklediği çağdaş gelişmelere karşı sert tepki göstermeye başladılar. Özellikle yurtsever gençlerle aralarını açtılar.
Oysa Türkiye ulusalcılık temelinde yükselmiş bir cumhuriyet, Dil Devrimi de “milliyetçi” bir akımdır. Atatürk’ün parasal kalıtı ve vasiyeti gereğince özerk bir dernek niteliği taşıyan Türk Dil Kurumu, bu devrimin yürütülmesi yönündeki çalışmalardan sorumlu bir kamu örgütü (idi).
Kuruluşundan seksenli yılların başına değin, yayımladığı belletenlerle, kitaplarla, tarama ve terim sözlükleriyle, dilbilimsel araştırmalarıyla, aylık “Türk Dili” dergisiyle, düzenlediği açıkoturum ve söyleşileriyle, vb. Türkçenin gelişmesinde, toplumca benimsenmesi ile dil bilincinin yerleşmesinde büyük başarılar sağlamıştır.
Günümüzün gençleri (ve belki de orta yaşlıları) bilmeyebilir, ama TRT yıllarca Türk Dil Kurumu’nun bir tür uygulama organı olarak unutulmaz bir görev yaptı: Özerkliğinden gelen bir tutumla, öz Türkçenin yayılıp sevilmesinde en büyük katkıyı bu kurum sağladı! Basın görevlilerinin yazarların, sanatçıların, bilim insanlarının, vb. katkılarını da saymıyorum. Örneğin, bir karşılaştırmalı araştırma sonucunda, öz Türkçeyi en yüksek düzeyde kullanan gazeteciler arasında Nadir Nadi yüzde 90’ın üzerinde bir oranla birinci seçilmişti.
TDK içinde bir topluluk da, belirli zamanlarda, yeni ürettiği öz Türkçe sözcükleri basın yoluyla topluma sunuyordu. Elbette ki bunu, dilimizin temel yapısıyla uyum içinde yapıyorlardı. Üretilen yeni sözcüklerin çoğu dilimize yerleşmiş, kimileri de dışlanmıştır. Çünkü kesin kararı veren en yetkili organ, toplumdur. Bunun sonuçlarını günümüzde bile yaşıyoruz. En sert devrim karşıtlarının dilinde bile…
Ne var ki 12 Mart 1971 darbecilerini kışkırtan sağcı basın, Kurum’a en ağır suçlama ve saldırılar yönetmeye başladı. Özellikle Tercüman yazarı Nazlı Ilıcak, bu konuda özel bir görevi varmış gibi Kurum’a, öz Türkçe kullanan gazeteci- yazarlara, dilbilimcilere, vb., hakarete varan eleştirilerde bulunuyordu. Tıpkı “tefrika” yazar gibi… Örneğin bayan Ilıcak “kuram” ve “yaşam” sözcüklerini “müstehcen” buluyordu! O zaman kendisine “kelam”ı sordular”!.. “Ulusal düttürü”, “gökgötürgeç avrat, vb.” gibi üretimi Türk Dil Kurumu’na mal edilen saçma sapan deyim ya da sözcükler uydurularak çevrime soktular…
Ama TDK’nin başarıları dünyada da büyük ilgi uyandırdı. Örneğin ünlü Fransız dilbilimci-çevirmen René Étiemble (1909-2002), Fransızcanın İngilizce sözcük ya da deyimlerle kirlenmesine tepki olarak, 1964 yılında “Parlez-vous franglais?” adlı bir kitap yayımlamıştı.
Bunu Türkçeye şöyle çevirebiliriz: “Franglizce biliyor musunuz?”