İktidar ve uydularının İstanbul’da gördüğü tek şey “Belediye Başkanlığı”, hedefleri de oraya seçimle gelen Ekrem İmamoğlu. Oysa o yalnızca bir Belediye Başkanı değil, yıllardır özlemi çekilen bir siyasal gücün yoğunlaşmış bir dışavurumudur, yeni bir UMUT’tur. O, yalnızca geniş bir toplum kitlesine değil, CHP örgütüne de canlılık getirmiştir: Şimdiye değin daha çok Erdoğan’la atışma döngüsünden kurtulamayan Kılıçdaroğlu’yu alkışlamak ve onun görüşleri doğrultusunda açıklamalar yapmakla yetinirlerdi. Siyasal etkinliklere katılmayan biz sıradan yurttaşlar, o konuşanların kimliğini daha çok alt yazılardan tanıyorduk, şimdi yüzlerinden ve düşüncelerinden tanıyoruz. Artık onlar da bize UMUT veriyor; CHP, üzerine çökmüş ölü toprağını atmışa benziyor.
İlhan Selçuk, sık sık eski Yunan felsefesinden alıntılar yapardı, bunlardan birisi de şuydu: “Sevgi bilgiden doğar”. İmamoğlu’nun sevgi söylemi de, basmakalıplarda donuklaşmış kitlelerin özgürleştirici bilgilere açılmasını sağlamıştır. İşte bu gelişme karşısında, iktidar ve yandaşlarının nefret söylemi tavan yapmaya başladı. Şimdiye değin saldırıları bu denli acımasız olmamıştı; laikliğe ve özellikle demokrasiye kitlesel kalkışanlar olmadığı gibi, devletin en üst düzeydeki yöneticilerinden başlayarak linç kalkışmalarına arka çıkılmasına da fazla rastlanmamıştı. Yalnızca ileriye yönelik korku vermekle yetiniyor. örneğin Cumhurbaşkanı’na hakaretle, gerçek Atatürkçüleri “fetöcülük” ya da darbe yandaşlığıyla, “milletin inanç duygularını incitmek”le, vb. suçluyorlardı.
***
Ama işi öylesine ileri götürdüler ki, karşıtlarını düşünce ve mantık yoluyla alt etme yeteneğinden yoksun olduklarından, politikacılığı temelli bırakıp tam bir savaşçılığa evrildiler. Mafya söylemine bile başvurdular. Örneğin, karşıt-yandaş ayrımı yapmadan, her kesimin güvenliğinden sorumlu bir içişleri bakanı, televizyon ekranlarına çıkıp, yüz ve boyun kaslarını gere gere, “Bittin sen Kılıçdaroğlu, bittin!” diyebiliyor. Sözüm ona herkesin Cumhurbaşkanı da akşam sabah muhalefete karşı ağzını açıp gözünü yummakta. Toplumun hak ve hukukundan sorumlu her düzeydeki yargıç ve savcılarsa, ona karşı ağızlarını “yalnızca esnemek için” açıyor (Alıntıladığım bu sözcükleri, bir zamanlar, Fransa Komünist Partisi önderi Georges Machais, en güçlü oldukları dönemlerde kullanmıştı: “Avrupa, Amerika’ya karşı ağzını açıyor, ama yalnızca esnemek için!”).
Ve sonunda 'Çubuk Meydan Savaşı'na başvurdular. Kışkırtanları ve uygulayanları korumak için, olayı küçümseyip örtbas etmeye çalıştılar. Ama mızrak çuvala sığmıyor, orada yaşananları görenler gördü; tıpkı Sivas katliamı gibi, çoktan Türk ve dünya toplumlarının belleğine kazındı ve tarihe not düşüldü. Sonuçları açısından bu iki linç olayı arasında nicel bir ayrım olsa da, amaç ve ilkeleri aynıdır: Öldüresiye kin ve nefret. Mustafa Kemal Atatürk, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” demişti. Onlarsa “Hayatta en hakiki mürşit nefrettir, kindir” diyor.
***
Oysa din ile kin kavramlarının bağdaştırılması tam bir karşıtımdır, oksimoron’dur, çünkü biri ötekini kesin olarak dışlar: Tıpkı aynı bir ortamın hem aydınlık, hem karanlık olduğunun dile getirilmesi gibi… Böyle bir savaşın kışkırtıcı ve uygulayıcıları gerçek anlamda din savaşçıları değil, çıkar savaşçılarıdır. Günümüzde yaşanan iktidar ile Fethullahçıların çatışması doğrudan doğruya anamal çekişmesiydi. Nitekim kendilerini bu çekişmenin dışında (!) gösteren “fetö”cülere dokunmuyorlar; bu yöndeki edimlerine ilişkin delil üstüne delil gösterilmesine karşın, duymazdan geliyorlar.
AKP’nin yandaş kuruluşlarından birisi olarak işlevini sürdüren “AK YSK” (Cumhuriyet), İstanbul seçiminin çelişki dolu bir gerekçeyle yenilenmesine karar verdi. İmamoğlu’nun bu karara tepkisi yeni bir umut dalgası yarattı. 6 Nisan 2019 gecesi yaptığı konuşma çok kısaca şöyle özetlenebilir: “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!”
Böylece GEZİ EYLEMİ’nin unutulmuş sanılan bu savsözü, gerçekte hormonsuz bir “demokrasi tohumu” olarak, yalnız İstanbul’da değil, bütün ülkede filizlenmeye başlıyor.