Bazen hayatın koşuşturmacası içinde öyle kayboluyoruz ki, yanı başımızdaki mucizeleri görmeyi unutuyoruz. Oysa doğa, bize her an sunabileceği sonsuz bir güzellik ve huzur kaynağı.

Hatırlar mısınız, çocukken yağmur sonrası toprak kokusunu içimize çekmenin verdiği o tarifsiz mutluluğu? Ya da bir ormanda yürürken ağaçların hışırtısı ve kuş cıvıltılarıyla gelen o huzur dolu anları? İşte doğa, bize bu türden sayısız anı ve duyguyu sunuyor.

Mevsimlerin değişimiyle birlikte doğanın büründüğü farklı renkler, adeta bir ressamın paletinden fırlamış gibi. İlkbaharda yeşilin binbir tonuyla canlanan ağaçlar, yazın altın sarısı güneşin altında parıldayan denizler, sonbaharda kızılın ve sarının en güzel tonlarına bürünen yapraklar, kışın ise bembeyaz bir örtüyle kaplanan dağlar... Her mevsim, doğanın bize sunduğu ayrı bir görsel şölen. Doğa, bir ressamın en kusursuz tablosu, bir şairin en ilham verici mısrası, bir sanatçının en huzur veren melodisidir.

Doğa, kendi bestesini durmaksızın çalar. Rüzgarın ağaçların saçmasıyla yaptığı fısıltılar, kuşların sabahları neşeyle söylenen şarkılar, bir derenin kayalara çarpa çarpa akarken çıkarılan melodik ses… Ve bazen, en güzel müzik sessizliğidir. Sessizliğin içinde doğanın nefesini duyarsınız. Şehirlerin hızından uzaklaşıp bir ağacın yerinde oturduğunuzda veya bir sahil boyunca dalga seslerini dinlediğinizde, ruhunuzun tazelendiğini görebiliyorsunuz. İşte doğanın sunduğu en güzel terapi budur

Ne yazık ki insan, doğanın bu olağandışı güzelliklerini yok etme konusunda da bir o kadar maharetli. Kestiğimiz ağaçları, kirlettiğimiz denizleri, betonlarla ördüğümüz yeşil alanları, aslında kendi yaşam alanımızı da daraltıyor. Unutmayalım ki, doğa biz olmadan da var ama biz doğa olmadan yaşayamayız.