Bunu düşünenler var! John Graunt’un, 'Ölüm Kayıtları Üzerine Doğal ve Siyasi Gözlemler'inin ilk kez basıldığı ve yayımlandığı 1662 yılı Şubat ayı her ne kadar demografi biliminin kurulmasına yol açmışsa da, dünyanın kaynakları açısından maksimum insan kapasitesine yönelik düşünceler çok eskiden beri filozofları meşgul etmiştir. Örneğin Thomas Malthus, nihayetinde insanlığın gezegeni aşırı doldurarak, tüm kaynaklarını tüketmeye ve kitlesel bir kıtlık sonucunda ölmeye mahkum olduğunu yazalı 300 yıl oldu!
***
Yapılan projeksiyonlarda, 2050 yılı itibariyle ABD ve Kıta Avrupası gibi refah toplumlarında nüfus azalırken fakir ülkelerdeki nüfus artışı devam eder görünmekte. İnsanlık 1 milyar rakamına 1802 yılında ulaştı, 2 milyar için 1927 yılını beklemesi gerekti. 3 milyar rakamını 1961 yılında geçmişti. 10 bin yıl kadar önce 10 milyon insan bile yoktu, tüm dünyada! Sadece son yıllar gözetildiğinde 1970’lerde 3.691.172.616 olan dünya nüfusunun iki katına çıkması için 30 yıl yeterli oldu: 2000 yılında gezegenimizde 6.127.700.428 insan yaşıyordu. 2010 yılında 6.916.183.482’a çıkan nüfus 2020 yılına gelindiğinde 7.780.000 oldu.( United Nations; World Population Prospects). Küresel iklim değişiklikleri, habitat daralması ve pandemi gibi majör nedenlerle radikal nüfus kayıpları sözkonusu olmaz ve bugünkü trendde giden bir artış olduğu takdirde dünya nüfusu, 2050 yılında 10.9 milyara, 2100 yılında ise 16.6 milyara ulaşacak. Artışının yarısı 8 ülkenin (Nijerya, Hindistan, Tanzanya, Kongo,Nijer, Uganda, Etiyopya, Amerika Birleşik Devletleri) katkısı ile gerçekleşecek gibi duruyor! Ayrıca bu rakamın 2 milyarının da yaşlı insanlar tarafından oluşturulacağının da altını çizelim. Yani dünya nüfusu artmakta ve aynı zamanda da yaşlanmakta! Bunun işgücüne etkisi ve emeklilik sosyopsikolojisi ile sağlık endüstrisine etkisi (geriatri) ayrı bir yazı konusu!
***
Nüfustaki bu çarpıcı artış elbette beraberinde ekonomik, sosyal ve politik bazı yapısal sorunları provake ediyor. Mahatma Gandhi, “Dünya herkesin ihtiyacına yetecek kadarına sahip” demişti ancak yapılan hesaplar ki nihayetinde fizik ve ekonomi gibi bilim ve disiplinler bunu ortaya koyabilmekte, dünyanın taşıma kapasitesinin tahmini olarak 16 milyar sayısında odaklandığını gösteriyor. Nihayetinde elimizde sınırlı düzeyde kaynağı olan bir gezegenin varlığı sözkonusu, üstelik farklı ülkelerde kaynakların eşit olmayan bir şekilde tüketilmesine değinmiyoruz bile. Ortalama bir Amerikalı ya da Avrupalı, asgari gıda düzeyinin 3.3 asgari temiz su düzeyinin 250 katını tüketmekte!
Dünya üzerinde mevcut 1.4 milyar hektar ekilebilir arazi (3.5 milyar dönüm) bulunuyor ve bu arazide de yaklaşık 2 milyar ton tahıl üretilebiliyor. Wilson’a göre dünya üzerindeki her insan vejetaryen olsa ve bu tahılın tamamı besi hayvanları yerine insanlar tarafından tüketilse bile bu üretim yaklaşık 10 milyar insanı beslemeye yetecektir.
Öte yandan Columbia Üniversitesi’nde nüfus biyoloğu olarak çalışan Joel Cohen, dünyanın taşıma kapasitesini sınırlayan diğer çevresel faktörler üzerine yoğunlaşıyor ve azot döngüsü, mevcut fosfor miktarı ve atmosferdeki karbon konsantrasyonunun da hesaba katılmasını öneriyor. Bazı bilim insanlarıysa gezegenimizin çok daha fazla insanı rahatlıkla besleyebilecek düzeyde olduğunu, böyle bir üst limitin tespit edilemeyeceğinde ileri sürüyor.
Homo sapiens, dünyada 50.000 yıl önce ilk kez ortaya çıktı ve o zamandan bu yana ölenler de dahil olmak üzere türümüzden 108 milyardan fazla kişi doğdu (Populasyon Referans Bürosu (PRB)).
Dolayısı ile nüfus artışı örüntüsü karmaşık bir faktördür ve belli bir noktaya kadar yükselmesi ya da açlık ve iklim gibi değişiklikler sonrası dalgalanması çok olağan. Bu yüzden 10.000 yıl önceki tarımın başlangıcında, dünya nüfusu 5 milyonken şimdilerde 7.9 milyar. Bu noktada akıllara John B. Calhoun’un 1972’de yaptığı ütopik laboratuar deneyleri geliyor. Universe 25 Deneyi olarak bilinen bu deney, özellikle nüfus planlaması propagandası için kullanıldı, ama özünde “davranış batağı” dediğimiz, toplumun katı bir şekilde karanlık ve ürkütücü sonuçları ile limitize olmasını ortaya koyuyordu.
Sonuçta matematik, dizi uzadıkça ardışık farkların giderek küçüleceğini yani yaşam süreci sonsuz döngüye doğru giderken insanlık için limitizasyonun gerçekleşeceğini bize gösteriyor. Allah'tan yaşadığımız çağda Hitler gibi bunu gaz odaları marifetiyle gerçekleştirmeye çalışan liderler yok!…