Ayrıntı Yayınları’nın alt markası Düşbaz Kitap’ın Yayın Yönetmeni Cansu Canseven “Kısa’nın uzun, az’ın çok olduğuna inananlara” mottosuyla yola çıkan ‘Kısa’ serisini anlattı. Öte yandan Aslı E. Şeran, bu seriden çıkan ilk öykü kitabı Öte Yaka Fırtına’yı anlattı.

Yayıncılık renkli ancak bir o kadar da zorlu ve riskli bir alan. Sizi bu keyifli ama meşakkatli işe getiren süreçte belirleyici anlar neler oldu?

Biraz eskiye giderek başlayayım o halde. 2009 yılında, Mütercim Tercümanlık bölümünde öğrenciyken, hocam Natali Boğosyan aracılığıyla Taraf gazetesinde altı ay kadar gönüllü stajyerlik yaptım. Burada K dergisine çeviriler yaptım, yazar röportajları ve değerlendirme yazıları çevirdim. Aynı zamanda o dönemin kültür sanat şefi Ferhat Uludere ve gazeteci editör Sibel Oral’la birlikte çalışma fırsatı yakaladım. Kendimi bildim bileli kültür sanat ve özellikle edebiyat dünyasının bir parçası olmayı istiyordum. Sonra lisans dönemim boyunca çeşitli dergilerde, gazetelerde çalıştım; yayınevlerinde staj yaptım. Eğitimimde de edebiyat metinlerine yönelince edebiyat ve yayıncılık dünyasında profesyonel olarak çalışmayı hep istedim. “İşin mutfağı”nı görmekti niyetim. Şimdi yemek yapar oldum. Tam zamanlı olarak ilk profesyonel alanım telif ajanlığı oldu. Anatolialit Ajans’ta beş yılı aşkın bir süre kurmaca kitaplardan sorumlu telif ajanı olarak çalıştım, bu süre zarfında dışarıdan editörlük ve son okumalar yaptım, en nihayetinde de yolum Ayrıntı Yayın Grubu’yla kesişti. Bu sürecin belirleyicisi de en başından itibaren benim kitaplarla olan yakın dostluğum oldu.

O zaman Ayrıntı Yayınları’nın genç markası Düşbaz’dan söz edelim!..

Düşbaz herkesten önce bizi heyecanlandıran metinlerin ve projelerin arkasında duran bir marka; kendi sınırını sınırsızlığından alan, yenilikçi ve bir o kadar iyi yazılmış metinlerin evi olmak için çıktığı yoluna devam ediyor.

İlgi alanları nelerdir Düşbaz’ın?

Düşbaz’ın listesindeki kitaplar kurmaca ve kurmaca dışı diye ikiye ayrılıyor ama kurmacanın altına roman, kurmaca dışının altına ise farklı disiplinlerden çeşitli türler giriyor.

Örnek verirseniz daha da anlaşılabilir olur kanımca!..

Örneğin kurmacada Köpeğin Pençesi gibi modern klasiğimiz de var; Japoncadan, Koreceden, Çinceden çağdaş romanlar da; Almancadan Ariana Koch ve Alois Hotsching var, Avusturya edebiyatından Monika Helfer. Sabâ Altınsay’ın, dil ve üslup kullanımıyla edebiyatın sınırlarını zorlayan postmodern romanı Faili Malum’unun yeri bende başkadır mesela. Süt Lekesi, kadınlığı, anneliği kutsallaştırmadan, tüm gerçekliğiyle anlatan bir lohusa romanı olması sebebiyle kadın literatüründe başka yerdedir. Ben Sadece Kuşları Severim, kötülüğün portresini çizen korkunç bir kötünün romanı; bu kadarı olmaz dediğin ne varsa yaşatan bir roman olması sebebiyle yenilikçi ve biriciktir. Bu örnekleri rasgele veriyorum; her kitabımız için tek tek yazabilirim. Kitaplarımızda bilindik hikâyeler varsa eğer, o zaman dilinde illaki bir şeyin farklı olmasını istedim ben; üslup da biricik olsun, hikâye kendine münhasır olsun, karakterler gerçek olsun, dedim. Gerçekten de seçtiğimiz her kitabı bu gözle ve hissiyatla seçtik; okumadan aldığımız, sırf ödül aldı diye listemize eklediğimiz hiçbir kitabımız olmadı.

Ya kurmaca dışı?

Kurmaca dışı bambaşka bir alan. Bana Bir Hikâye Anlat ile Ben Bunları Çocuğuma Nasıl Anlatırım, “ebeveynlik kitapları” olarak çok sevildi. Resimdeki Kadın, Benim Bedenim Benim Hayatım mesela, aslında “kadın” kitaplığının bir parçası. Bugün Yeniden Başlıyorsun ve Hayat Devam Ediyor, farklı yazarların üst üste konacak “kişisel gelişim” kitapları. Sayıların İktidarı, Akıl Sır Ermeyen 13 Şey ile Dünyanın Kısa Tarihi bilim ve matematik türünün en sevilenleri. Mösyö Şokola’nın Resimli Yemek Kitabı, Kalori Alacaksan Buna Değecek ve Şimdi Yemek Zamanı, “yemek” listesinin bir parçası. Freelance çalışma koşullarına değinen, uzaktan iş yürüten ya da kendi işinin patronu olanların kitabı Tek Başına ile yapay zekâ ile meselelerin yoğun tartışıldığı Yapay Zekânın Kısa Tarihi de popüler kurmaca dışı kitaplarımızın favorileri. Bir Porsiyon Sanat da çok özgün bir eser.

İyi bir yayıncı iyi bir okurdur ama okuma zevki ve konforundan feragat etmiş bir kişidir. Çünkü gözleri sürekli hata arar. Sizde durum nedir?

Mesleki deformasyonu yoğun olarak yaşıyoruz maalesef. Sadece kitaplarda da değil, hastanedeki kurallar tabelasında, bir apartman duyurusunda, restoranda masaya getirilen menüde, bir gazete kupüründe... Elimizde kırmızı kalemle tashih yapmak istiyoruz. Çok keyifli de bir şey, ben çok seviyorum düzelti yapmayı, inanılmaz keyif alıyorum. Delilik gibi bazen.

Okur Cansu Canseven'in asla vazgeçemeyeceği kitaplar ve yazarlar var mı?

Büyük laflar etmekten hep çekinirim ama edebiyata dair kuramsal kitaplar, bazen William Shakespeare, Oğuz Atay, Virginia Woolf; bazen Turgut Uyar, Nâzım Hikmet Ran, Sait Faik Abasıyanık’in adını da anmak isterim. Sık sık Necmiye Alpay. Zamanı gelince Sevgi Soysal, kimi zaman Leylâ Erbil, kimi zaman Terry Eagleton, kimi zaman Rita Felski. Kime ihtiyaç duyduğum, çalıştığım metne, o dönem hissettiklerime göre değişiyor ve şekilleniyor.

Kısa’nın uzun, az’ın çok olduğuna inananlara” mottosuyla bir seri başlattınız. Bundan söz eder misiniz?

Evet, isminden de anlaşılacağı üzere bu diziden kısa kitaplar çıkacak; modern çağın ve teknolojinin hızına yetişmek kolay olmasa da değiştirdiği insan davranışlarına uyum sağlamayı amaçlıyoruz. Artık daha kısa zamanda daha fazla bilgiye erişmeyi, daha kısa yoldan daha çok şey öğrenmeyi umuyoruz. Bu dizideki kitaplarla okura az bir zaman harcayarak iyi edebiyat zevki yaşamayı, iyi metinle yoğrulmayı vaad ediyoruz. Bu seriyle Düşbaz’ın da sınırları genişleyece, özellikle öykü alanında yeni yazarlara, yeni seslere daha fazla kapı aralayabileceğiz ve tabii ki öykü okurlarını da kucaklayabileceğiz.

Genç yazarları mı hedeflediniz öncelikle?

Genç demeyelim çünkü ilk kitabını 50’sinde yazan ya da yayımlatmak isteyen çıkabilir, onları dışarıda tutmak istemem. Her şeyden öte, bir kültür yaratmak, geleceğe bir külliyat bırakmak, kıymetli bir arşivin parçası olmak istiyoruz.

Internet Icin2

Daha güzel bir dünya mümkün!

Aslı E. Şeran, Düşbaz Kitaplar’dan çıkan ilk öykü kitabı Öte Yaka Fırtına’yı anlattı. Şeran; “Ülkenin politik iklimi ifade özgürlüğümüzü son derece sınırladı. Ama edebiyat da daha iyi bir hayat arayışı için var” diyor…

Aslı E Şeran’ın öyküleri, her gün defalarca yaşarken üzerinde durmadığımız ancak ruhumuzda izler bırakan 'an'ların izini sürüyor. Bunu da oldukça kısa ifadelerle ve bolca göndermelerle yapıyor. Şeran, sinema, tiyatro ve fotoğrafla ilgileniyor. Dicle Üniversitesi’nde çalışan bir hukukçu olarak edebiyatı, türlü nedenlerle daralan hayatının içinde aktivizmin yeni bir boyutu olarak görüyor. Şeran ile Düşbaz / Kısa serisinden çıkan ilk öykü kitabı Öte Yaka Fırtına’yı konuştuk…

Farklı alanlardaki oldukça aktif bir yaşantınız ve uğraşlarınız var. Sizi hangi uğraşınızla anmalıyız

Hukukçu bir aktivist olarak nitelenmeyi tercih ederim. Ne var ki şu an sadece üniversiteden ihraç edilmeden önce olan “yüksek yoğunluklu” aktivist hayatımdan bahsedebiliriz. Dicle Üniversitesi’nde çalışıyorum ve ihraç kararımın iptal edilerek üniversitedeki görevime dönüşümün ardından hâlâ devam eden Danıştay’daki dava sürecinin de etkisiyle içime kapalı yaşıyorum. Sendikal faaliyetlerim sürmekte yalnızca.

Bu süreçler kalıcı bir baskı oluşturuyor mu üzerinizde?

Ülkenin politik iklimi ifade özgürlüğümüzü son derece sınırladı. İhraçlara, davalara, işinden olmalara, hapis cezalarına tanık oldukça ‘chilling effect’ dedikleri etkiyi şahsen üzerimde yoğun hissettim. Benim için edebiyat daralmış hayatımın içinde aktivizmin yeni bir boyutu. Başka bir dünyanın mümkün olduğunu kendime edebiyat içinden hatırlatıyorum.

Bu noktada edebiyatın işlevi ve gücü için neler söylersiniz?

İnsanın başka bir dünya hayali varsa –ki benim var– özgürlük, eşitlik, adalet, iyi yaşam konusunda bir bakış açısına sahip olması gerekir. Bunun için de edebiyat hem tespit yapabilme imkânı hem de hayal gücünün olanaklarını sunuyor bizlere. Bu elbette benim bakış açım. Edebiyata, genel olarak sanata, hoşça vakit geçirme olarak da bakılabilir. Benim için hepsi bir arada.

Üzerine konuşmuşken uğraşlarınızdan da söz edelim…

Zamanı nefes almak için açtığım boşluklarda, uyku tutmayan gecelerde, kendimi gerçekleştirme hayali içinde kovaladığım yazarlık atölyelerinde buldum. Bir de hukuk kariyerimde merdivenleri oldukça ağır çıkıyorum, zamanı kendime dost kıldım bu anlamda.

İlk kitabınız Düşbaz’ın ‘Kısa’ serisinden çıktı. Kısalık ve öyküyü minimal ölçülerde tutmaya dair düşüncenizi öğrenmek isterim…

Kısa ya da uzun yazmak konusunda özel bir çabam yok. Anlatmak istediğim şey benden ne kadar alan istiyorsa o kadar alan açıyorum. Üzerine uzun uzun da düşündüğümü söyleyemem. Tek bildiğim şey edebiyatta açıklama yapmamak, kimi boşluklarla anlama yoruma yer açmak gerektiği. Uzun uzun açıklamaları bilimsel metinlere saklıyorum, bilimsel metnin ihtiyacı o olduğu için.

Öte Yaka Fırtına 70 sayfa ve on iki öykü var. Hayli yoğun bir akış. Bu öykülerin oluşum sürecinden söz eder misiniz?

Kitaptaki öykülerin bir kısmını atölyelerde yazdım ve süre tutumu olduğu için hızlıca anlatmak istediğimi aktarmam gerekiyordu. Zihnim sezgisel olarak, kelimelerin sesini de duyarak ve bir fotoğrafa bakar gibi akıyor yazarken. Bunu iyi yapabildiğimi düşündürdüysem bu bir birikimin damıtımı olduğu içindir. Okuduklarım, gözlemlerim, hissettiklerim, eğitimim, dinlediklerim yarattı o birikimi de.

Düşbaz ile yolunuz yolunuz nasıl kesişti? Bu kitap zaten oluşmuş muydu… Formatı 'kısa' serisine daha sonra mı uyarlandı?

Benim halihazırda bir dosyam vardı. Fransa’da doktora çalışmalarımı ikinci kez yarıda bıraktığımda içimdeki burukluğu hafifletip bir tamamlanmışlık hissi yaratabilmek için hazırlamıştım. Bir başka yayıneviyle yola çıkacaktık, olmadı. Ayrıntı’yı uzun yıllardır hem akademik çalışmalarıma referans kaynağı oldukları için, hem de edebiyat okumalarımdan tanıyordum. Ayrıntı, Düşbaz Kitaplar adıyla yen bir marka yarattığında ‘Yoğurtçu Kadın Forumu’ onları kadın dostu bir yayınevi olarak foruma davet etmişti. Bu benim için bir başvuru adresi olabileceklerini yeniden doğruladı. Mevcut dosyama ilk dönüş yapıldığında henüz yerli öykü yayımlamıyordu Düşbaz. Bu nedenle beni başka yayınevleriyle iletişime yönlendirdiler. Ben de yeni arayışlara çıktım. Bir süre sonra sevgili editörüm Cansu Canseven dosyama olumlu baktıklarına dair benimle yeniden iletişim kurdu. Yayın programlarına ‘Kısa’ serisini eklemişlerdi.

Yerli edebiyattan, dünya edebiyatından kısa öykü konusunda feyiz aldığınız isimlerden söz edelim. Özellikle de gönül bağı kurduğunuz yazarlar var mı?

Öyle kolay kolay gönül bağı kurduğumu söyleyemem. Elbette benim de hayatımda gerek yaşam biçimleriyle gerek yazdıklarıyla yer edinmiş yazarlar var. Sevgi Soysal’ı kendime çok yakın buluyorum. Ursula K. Le Guin beni sarsmış önemli bir isim. Didem Madak şiirlerinin gönlümde ayrı bir yeri var. Keşke daha uzun yaşasaymış. Hâlâ yaşayan yazarlardan Hatice Meryem, Figen Şakacı, Sezen Ünlüönen, Emine Sevgi Özdamar, Şengül Can, Beliz Güçbilmez severek okuduğum yazarlar.