Bu yazı dizisinin üçüncü bölümünde şöyle yazmıştım:
“Küllerinden bir kez daha doğan İzmir şehrini, hep farklı dönemler beklemiştir. Örneğin 1884 yılına geldiğimizde, İzmir’de üç gencin, yani Halit Ziya Uşaklıgil, Bıçakcı Zade Hakkı ve Tevfik Nevzad’ın çıkardığı Nevruz Dergisi, şehrin kültürel yaşamında önemli bir değişim döneminin başlangıcı olarak görülmüştür. Sonrasında Hizmet ve Ahenk gazetelerinin çıkması, kültürel bir yolda edebiyatın da soluklanmasında önemli rol oynamıştır. Bu dönem, İzmir’de bir süre yaşamış felsefeci-yazar Ziya Somar tarafından ilk baskısı 1944 yılında yayımlanan ‘Yakın Çağların Fikir ve Edebiyat Tarihimizde İZMİR’ adlı kitabında çok iyi anlatılmıştır.”
Sonra da vurgulamıştım “Bir başka yazının konusu yapmak istediğim için detaylara girmiyorum” diye… Bu bölümde ve devamında çok kısaca bu dönemi aktaracağız.
Öncelikle bu yılların, Sultan İkinci Adbülhamit’e denk geldiğini, 31 Ağustos 1876’da tahta çıkan sultanın iktidarının ise 27 Nisan 1909’a kadar sürdüğünü vurgulamalıyım.
II. Abdülhamit yönetiminin başlangıcındaki 1,5 yıl en sonundan ise 7 aylık meşrutiyet zamanları çıkarılınca, 30 yıllık iktidarının tarihçiler tarafından ağırlıklı ‘İstibdat Dönemi’ olarak adlandırıldığını belirteyim. Bunu özel olarak vurgulamamın nedeni, çağın ruhunun daha iyi anlaşılması, yukarda adı geçen kişilerin hangi koşullarda hayat sürdürdüklerinin bilinmesi içindir. (Bu yazıda Servet-i Fünun Edebiyatının en büyük yazarı kabul edilen Aşk-ı Memnu’yu kaleme alan İzmirli Halid Ziya Uşaklıgil'i şimdilik bir kenara koyuyorum.)
Sizlere öncelikle İzmir’in belleğinde gölgede kalmış bir yere sahip, ama şehrimizin vefa borcu olduğuna inandığım kıymetli bir adamdan; bir şairden, aynı zamanda gazeteci ve avukat olan Tevfik Nevzad’dan söz edeceğim. İzmir’in ruhunu anlamak da bir noktada bu insanları iyi tanımaktan ve kentin onlara karşı vefa duygusunu üstlenip, samimiyetle paylaşmaktan geçiyor, buna inanıyorum. Ben kişisel olarak Tevfik Nevzad adına ilk kez 1987’de İzmir’de Haftalık Haber Dergisi Yeni Gündem’de muhabirlik yaparken, ustamız Yaşar Aksoy’un bir köşe yazısında rastlamıştım. Sonra 1988 yılından itibaren kendisinden hep öğrendiğim Yaşar Aksoy Ustamız ile Yeni Asır’da birlikte çalışma fırsatını elde edince, ondan Tevfik Nevzad’ı birkaç kez dinlemiştim. O tarihten sonra bu isim hafızama kalın bir şekilde kazındı. İlerleyen yıllarda Yaşar Aksoy’un “Aydınlar Kenti İzmir” adlı kitabını okuyunca, Tevfik Nevzad belleğimde hep çok hüzünlü, trajik detaylara sahip bir tablo olarak yerini aldı. Adını her duyduğumda içim sızladı. Sonrasında Çok Kıymetli insan, hatırasını saygı ve sevgiyle selamladığım Rahmetli Başkanımız Ahmet Piriştina’nın göreve başladığı yılın sonunda, bir grup değerli dostla birlikte, sadece ‘eşitler arasında birinci olma’ anlayışıyla İzmir Kent Kitaplığı’nın ve İzmir Kent Kültürü Dergisi’nin Kurucu Yayın Yönetmeni olma onurunu yaşadım. Kentin hafızasına doğru başlattığımız ve halen değer alarak devam ettirilen bu yolculukta, bizim ilk yayımladıklarımız arasında İzmir’in özel bir değeri sayılacak her zaman saygıyla andığımız Felsefeci-Yazar Ziya Somar’ın “Yakın Çağların Fikir ve Edebiyat Tarihimizde İZMİR” ve “Bir Adamın ve Bir Şehrin Tarihi: TEVFİK NEVZAD, İzmir’in İlk Fikir-Hürriyet Kurbanı” adlı önemli kitapları vardı. Gündemde tutmaya çalışsak da Tevfik NEVZAD sanki sessiz bir hayatın parçasıymış gibi bu şehirde genellikle unutulmaya yüz tuttu. (Elbette bunun farklı nedenleri olabilir.) Ama Nevzad’ın hayatına değinenler hep oldu, olmaya da devam edecek… Örneğin sanıyorum geçtiğimiz yıl kentimizin aydınlarından Ali Rıza Avcan’ın vefa duygusuyla onu tekrar İzmir’in gündemine taşımaya gayret ettiğine tanık olduk. Sonrasında Avcan’ın yazdıklarına duyarlılık gösteren Gazeteci Yazar Süleyman Gencel de Nevzad’ın hayatını köşesine taşıdı. (Ki Gencel’in günümüzde yaşadıkları da Nevzad’ın benzeri sayılır)
Şahsen bu çabaları hep sevgi ve saygıyla İzledik. Tevfik Nevzad adı ne zaman kentin hatırasında yeniden canlansa içtenlikle mutlu olduk. Çünkü Tevfik Nevzad adı bu şehrin Hürriyet sembolü olmayı hakediyordu. Eminim İzmir’in aydınları, Büyük Dahi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat Tevfik Nevzad’a vefa duygusunu göstermek için, iyi yetişmiş olan kızı değerli Benal Nevzad’ın gelişimini dikkatle izleyerek, İzmir’den tam 4 dönem milletvekili yapılmasına vesile olduğunu biliyorlardır.
Ama İzmir Tevfik Nevzad’a vefa borcunu ödemiş midir, doğrusu emin değilim.
Peki adına İzmir şehrinde bir büstü bile bulunmayan, ismi bir sokağa bile verilememiş, hayatı kent kültürünün bir parçası haline getirilmemiş, unutulmak üzere olan İzmir’in ilk fikir ve hürriyet kurbanı Tevfik Nevzad kimdir? Neden İzmir için simge bir isim olmalıdır?
Onun adını duyduğumuzda neden içimiz çizilmeli? Ona değerini neden geri vermeliyiz?
İzmir’de 1865 yılında hayata merhaba diyen, sürgünler ve farklı tutuklulukların ardından 1905 yılında Adana’da bir hapishane kuyusunda, akla geldikçe insanın içini acıtan bir şekilde hayatı sonlanan Tevfik Nevzad, aynı zamanda buruk bir hüzün sembolüdür.
Nevzad ile ilgili bilgilere Ziya Somar’ın sözünü ettiğim kitaplarının yanısıra, Halit Ziya’nın (1869-1945) ‘40 Yıl’ adlı anı kitabından, Bezmi Nusret Kaygusuz’un (1890-1961) “Bir Roman Gibi” adlı İzmir için çok önemli anlatısından ulaşılabilir.
Gelin biz şimdilik Bezmi Nusret Kaygusuz’un yıllar önce ‘Bir Roman Gibi’ adlı kitabında kaleme aldığı Tevfik Nevzad satırlarına yüzümüzü dönelim:
“Tevfik Nevzad ise İzmir’in hürriyet sembolü sayılır. ‘Nevruz’ mecmuasından başka, İzmir’de 17 Mart 1293 tarihinde (yani 1876) Karidi tarafından çıkarılan ve 8 Eylül 1293’de neşriyatını (yayınını) tatil eden Türkçe ‘İzmir’ gazetesinden sonra ilk günlük Türk gazetesini, ‘Hizmet’i de o tesis etmiştir. 1304 yılında hukuktan diploma almış, avukatlıkda büyük şöhret kazanmıştır. 1306’da muhtelif manzumelerini toplayarak, bunları ‘Ahenk-i Şebap’ namiyle kitap şeklinde bastırmıştır. 1309’da Maarif Müdürü meşhur Emrullah Efendi ile beraber Paris’e kaçmış ve orada taş basmasiyle çıkardığı Hizmet Gazetesi’ni Türkiye’ye sokmaya muvaffak olmuştur. Abdulhamit, bu neşriyattan kurtulmak için kendisini vatana celbetmiş, fakat arkasını da boş bırakmamıştır. Bir aralık Tokadi Zade Şekip, Mevlevi Şeyhi Nuri, Taşlı Oğlu Doktor Ethem ve Abdülhalim Memduh ile birlikte Bitlis’e sürmüş ise de Fransa Hükümeti tarafından merhuma Le Palm D’akademik Sıfatı verilmesi üzerine serbest bırakmaya mecbur kalmıştır. Nevzad İzmir’e avdetinde 1312 senesinde İzmir’in ikinci günlük gazetesi olan ‘Ahenk’i kurmuştur. 1312’de Bıçakçı Zade Hakkı Bey de yevmi ‘İzmir’ gazetesini neşre başlamıştır. 1319’da Nevzad, şair Eşref ve Hafız İsmail ile beraber tekrar tevfik olunarak kalebentliğe, Eşref bir sene hapse mahkûm edilmiş, Hafız İsmail beraat etmiştir. T. Nevzad Adana Hapishanesi’ne gönderilmiş, orada 1321’de (1905) mahkûmiyet müddetini bitirmeye üç ay kalmışken, Vali Bahri Paşa’nın Yıldız Sarayı’ndan aldığı emirle hapishane bekçileri tarafından oda kapısına asılmış ve intihar ettiği işaa edilmiştir.”
Şimdi hep birlikte bir kez daha emin olabildik mi acaba Tevfik Nevzad adının neden İzmir’in Hürriyet Sembolü olması gerektiğine… Mezarı bile ne yazık ki hala Adana’da bulunan Tevfik Nevzad’ın, aslında ruhunun da İzmir’den uzakta sürgünde bulunduğuna…
Ne acı ve trajik ki 22 Mayıs 1905'te ailesine çekilen bir telgrafta, Tevfik Nevzad’ın kuyuya atlayarak intihar ettiği bildirilmişti. Ailesinin buna inanması istenmişti.
Ama hiç kimse buna inanmadı, bu olay o dönem çok yankı yarattı.
İnsanlar sanki Tevfik Nevzad’ın sessiz çığlığını duydu.
Örneğin yazar, tarihçi, edebiyat tarihçisi, müzeci ve mutasavvıf İbnülemin Mahmut Kemal İnal ‘Son Asrın Türk Şairleri’ adlı kitabında, İzmir'den kendisine iletilen bilgiye göre Tevfik Nevzad'ın kalebentliğe mahkûm edilip kürek cezasına tabi tutulduğunu, tahliyesinden üç ay önce ise Adana Hapisanesi'nde öldürülüp olaya intihar süsü verildiğini yazdı.
Yakın arkadaşı ve şair, gazeteci Tevfik Nevzad’a edebiyat penceresini açan, büyük yazar Halit Ziya Uşaklıgil ise onun ölüm şekline hiçbir zaman inanmadı ve ardından içi hüzünle dolarak şu satırları kaleme aldı:
“Bedensel gücü bitip tükenip sona erdikten sonra ruhsal gücü de tükenmiş de bu sonuç o yüzden mi meydana gelmişti? Yoksa ruhsal gücünün bir türlü öldürülemeyeceği kanısında varılarak, sonunda onu bir kuyu dibinde söndürmek mi istemişlerdi?”
Tevfik Nevzad gazetecilikten önce bir şairdi. Paris’teyken sanki ilerde başına gelecekleri hisseder gibi ‘Bir Damla Yaş’ adlı şiirinde, içindeki acıyı süzerek şu dizelerle dile getirmişti:
“İnsan melal içinde gezen bir misaldir
Zulmette bir karaltıdır, müthiş hayaldir.
Etrafı kaplamış bütün bir deycur’i fena
Hiçbir cihette görmüyoruz bir ufak ziya;
Mazi, cemal-i münkeşif-i yarı andırır.
Ati, libas-ı matemi giymiş nigardır…
Mazi, cihanı kaplamış bir mezardır,
Ati kulubi titretecek vakfezardır…”
Ziya Somar’ın TEVFİK NEVZAD adlı kitabında vurguladığı gibi bu şiirin son beyiti, onu bir damla yaşdan başka bir şeyin artık teselli etmeyeceğini açıkça ifade ediyordu:
“Birçok zamandır ağlamak ister gönül… İlah
Benden neler esirgedin!.. Bir damla yaşı, ah…”
Eminim sizler de sevgili okurlar, Namık Kemal hayranı, özgürlük tutkunu, sadece düşüncelerini ifade eden, şehrimizin aşığı Tevfik Nevzad’ın İzmir’in Hürriyet sembolü olmaya aday hüzünlü hayatı için kalbinizden akacak bir damlacık yaşı esirgemezsiniz…. Eminim yakın bir gelecekte, kentlilerin desteğiyle İzmir’e katkı verenler, yeni yollar açanlar, liderlik yapanlar, İzmir’in namuslu güzel insanları, kent aydınları, yazarları, gazetecileri, tüm yerel yöneticileri Tevfik Nevzad adının da unutulmaması için hep birlikte üzerlerine düşeni yapacaklardır. Eminim bu tarihsel vefa borcu, bu şehrin duyarlı insanları tarafından şimdi sonsuzluktaki Tevfik Nevzad’a göz yaşlarınızın eşliğinde ödenecektir…