İzmir futbolu için final günüydü. Ya Altay, ya da Altınordu Süper Lig'e yükselecekti... Eski bir spor muhabiri olarak büyük bir heyecanla maçı bekliyordum. Sonuçta İzmir derbisiydi... Ama benim gönlüm Altay'dan yanaydı... Heyecanlıydım. Evimizin önüne gelen kamyonet kavun karpuz satıyordu. Daha önce tanışmıştık. Çimentepe semtinde oturuyorlardı. Baba oğul birlikte çalışıyor, mevsimine göre meyve sebze satıyorlardı. Baba kenarda otururken oğluyla konuşmaya başladık. 20-25 yaşlarında bir delikanlı.
Ben maçı izleyeceğimi ve güzel bir kavun vermesini istedim. Milli içkimiz ayranın yanında iyi gider diye düşündüm. Bana, “Abi sana şahane bir kavun vereceğim, ben koyu bir Altaylıyım. Bizim semtin çoğu Altaylıdır. Hemen toparlanıp maçı seyretmeye gitmek istiyorum” dedi.
Hakikaten güzel kavun verdiğini de eve gidince anladım.
Maç başlamak üzereydi.
Ama onlar satışa devam ediyorlardı. Pencereden görüyordum. Devre arasında yanlarına indim. Çocuk biraz üzgün “ne yapabilirim” der gibi ellerini açtı. Ben de, “henüz gol yok çok şey kabetmedin” dedim.
Buruk bir şekilde güldü ve işine devam etti.
Zaten o saatten sonra toparlanmaya başlasalar bile maçı yakalamaları mümkün değildi.
Biz genelde futbolun saha içine odaklandığımız için taraftar kısmını gözden kaçırıyoruz.
Bir yanda milyon dolarlar, bir yanda ekmek parası.
Ve ekmek parasını zar zor kazananlar olmasa futbol bir hiç.
Gönlünü kulübüne adamış bir gencecik adam, babasının zoruyla da olsa tercihini yapıyor.
Biraz suratı asık, biraz mutsuz.
Ama önce evim, ailem diyor...
Futbol büyük kitlelerin sporu.
Ama hiçbir şey ekmek parasından daha önemli değil... Manav baba oğulun şahsında bu gerçeği daha iyi anlamış oluyoruz.
Maça gelince... Altay hak ederek kazandı.
Çok ama çok mutlu oldum.
Benim gözümde gerçek yerine dönmüş oldu...
Altınordu'nun bir farkı, üreten bir kulüp olması. Bu sene olmasa da bir iki yıl içersinde mutlaka Süper Lig'e çıkarlar. Bu takımın önünde kimse duramaz.