Hepimizin bildiği gibi Kahramanmaraş merkezli depremlerden 11 ilimiz etkilendi ve şehirlerdeki binlerce bina yıkıldı. Bu binalar yaklaşık 50 bin yurttaşımızın hayatına mal olurken şimdi de ortaya çıkan enkaz, 85 milyonu birçok açıdan tehdit ediyor.

**

Geri dönüşüm ve sürdürülebilir üretim konusunda mükemmel bir ülke olmadığımızı da biliyoruz. Bu nedenle başımıza gelmiş bu büyük deprem felaketi sonrasında şehirlerde oluşan yüzbinlerce ton bina enkazının nasıl bertaraf edileceği ise akıllarda soru işareti bırakıyor. Hatta bu soru işaretine ciddi bir endişe de eşlik ediyor. Çünkü bölgedeki tarlalara, meralara bu molozların kontrolsüzce ve öylece bırakılması tarımsal üretimin bir kez daha darbe almasına neden olacak. Ki bu konuda çeşitli bilimsel değerlendirmeler okuyoruz. Sadece moloz dökümü değil, bunun yanında bir de yeniden inşa süreçleri bölgenin tarla ve meralarını olumsuz yönde etkiliyor. Örneğin; depremin merkez üssü olan Kahramanmaraş’ta, dünyadaki 3 ceviz gen havuzundan birisi olan Sütçü İmam Üniversitesi Sert Kabuklu Meyveler Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin (SEKAMER) bir bölümüne deprem konutları inşa ediliyor. Ben bu durumu her yönüyle bilim dışı buluyorum. Ki biliyorsunuz, evlerimizi inşa ettiğimiz yerleri doğru seçmediğimiz için bugün hem binlerce canımızı kaybettik hem de yetmezmiş gibi o bölgede bir de sel felaketiyle karşılaştık.

**

Hem depremi hem seli yaşayan bölgedeki vatandaşlardan birinin ‘Kıyamet mi kopuyor’ şeklindeki sözlerini ibretle dinledim. Bilim dışı davranışlarımızın hepsi kendi kıyametimizi hazırlamamıza yeter. O nedenle depremden sonra yazdığım köşede ‘Salatalık ekeceğin yere bina dikmeyeceksin’ dedim. Peki bu kadar eleştirdik enine boyuna, 'Böyle doğru olmuyor' dedik ne yapmalıyız? Bu sorunun cevabını ararken aklıma savaşlar geldi. Bölgede adeta doğa ile savaş söz konusu ve bu savaşta doğa, ondan kontrolsüzce aldıklarımızın karşılığını bizden aldı. Tabi bu savaş da benim zihnimi İkinci Dünya Savaşı’na sürükledi. Dedim ki, arkadaş şehirleri geçtim, ülkeler birbirine girdi. Binlerce bombalama eylemi, silahlı çatışma ve beraberinde yine büyük bir enkaz… Peki bu savaşa giren ülkeler bu enkazları nasıl kaldırdı? Ne yaptı da bugünlere geldi?

Açıkçası çok mantıklı bir yöntem izlemişler. Gazeteci kardeşiniz olarak tavsiyem olsun size bu enkaz tepeleri. Bu yöntem hem bizim tarihimize geçen bu acı olayı sürekli ama sürekli hatırlamamıza hem de çevremizi korumamıza yardımcı olacak diye düşünüyorum. Ki yine son söz bilimin. Benimki sadece bir tavsiye çünkü ben bir bilim insanı değilim. Şimdi gelelim enkaz tepelerine… Tabi aklıma gelmişken, ben bu enkaz tepeleri dedikleri mantığı bir altın madeni şirketinin çalışma sahasında görmüştüm. Şirket, kazdığı alanların geri dönüşümünü bu şekilde sağlıyordu. Geri dönüştürülebilir bir örtü ve üzerine ağaçlarla bir yandan doğadan aldığını doğaya geri veriyordu. Bu hoşuma giden bir uygulama ancak altın madenlerinin namı çok iyi anılmadığından adını vermeyeceğim.

***

Bugün depremin, selin getirdiği yıkım aynı zamanda insanoğlunun birbiriyle savaşıyla da geliyor. Tıpkı Rusya-Ukrayna savaşında gördüğümüz gibi… İkinci Dünya Savaşı’nda başrolde olan Almanya büyük bir yıkım da yaşamış ve savaş sonrası geriye dev moloz tepeleri kalmıştı. Ancak Almanya’nın geriye kalan molozlarını bugün hala konuşulabilir yapan, dünyaya da örnek olan bir uygulaması var. O da Schuttberg (Enkaz Tepeleri) adını verdiği yapay tepeler…

Savaşın ardından geriye kalan 400 milyon metreküpten fazla moloz, ilginç bir yöntemle dönüştürülmeye başlanıyor. Dönüşümün ardından oluşan bu enkaz tepeleri de zamanla yenileme çalışmalarıyla rekreasyon alanına dönüşüyor ve bu sayede hem savaşın ülke tarihindeki yeri hatırlanıyor hem de insanlara bunca şeye rağmen çevrenin korunması adına neler yapılabileceği gösteriliyor.

Savaşı desteklemek elbette mümkün değil ama savaşın bıraktığı enkazı bu şekilde doğaya  zarar vermeden bertaraf etmek elbette takdire değer. Ayrıca bize de güzel bir fikir oldu. Yaklaşık 50 bin insanımızı kaybettiğimiz, milyonlarca insanımızın canını yakan deprem felaketinin bıraktığı izleri bu şekildeki bir yöntemle hem temizler hem de anıtlaştırarak gelecek nesillerimize önemli bir bilinç bırakabiliriz.